"Saklamaya çalışma, nafile. Sevda, çocuk gözlerinden uyku gibi akıyor."
-Neşat Nuri Güntekin
~~~
Aradan üç gün geçmesine rağmen aklımdan bir dakika bile çıkmıyordu. Goeun, sevencenliği ve o güzel gülümsemesi...
Tamam, ondan biraz etkilenmiş olabilirdim ama bu onu her gün, her saat, her dakika düşüneceğim anlamına gelmiyordu. Ama ben onu değil her gün, her saat, her dakika; bir saniye bile aklımdan çıkaramıyordum.
3 gün boyunca yediğim her yemekte, yatmadan önce ettiğim tüm dualarda, rütbem için katıldığım her eğitimde aklımdaydı. Kimseye bahsedemiyordum. Soojang'a bile festivalde ne kadar eğlendiğimizden, onu her zaman yanımda tutmak istediğimden, kısa sürede ona ne kadar bağlandığımdan bahsedemiyordum. Belki şu zamana kadar hiç vaktimiz olmadığından anlatamamıştım ona ama gittiği yerden döndüğünde ve bende işlerimi hallettiğimde ilk iş olarak ona bu durumdan bahsedecektim.
Bir muhafız olarak her ne kadar benim yanımda kalması gerekse de Soojang'ın da bazen önemli işleri çıkıyordu ya da sarayın ona verdiği görevleri yapması için yanımdan ayrılması gerekiyordu. İşte şimdi de bu görevlerden birindeydi. Her ne kadar yanımdan ayrıldığı için endişelenip benim için 2 günlüğüne de olsa bir muhafız görevlendirmek istese de ben bunu reddetmiş ve sağ salim gidip dönmesi için ona iyi dileklerde bulunmuştum.
Peki o oradayken ben ne mi yapıyordum?
Tabii ki ayaklarımın beni istemsizce Goeun'la tanıştığımız köye götürmesine izin veriyordum. Neden gittiğimi bilmiyordum. Başta gerçekten de yalnızca dışarı kasabadaki tüccarları denetlemek, yaşanan olaylardan bihaber kalmamak için bilgi edinmeye gidiyordum. Fakat bu olay bir anda ayaklarımın istemeden hareket ederek beni o güzel yeşillerin kapladığı ormana doğru sürüklemesine kadar devam etmişti.
Kendimi onu düşünmekten alıkoyamazken şimdi bir de onun köyünden çıkamıyordum! Tamam, şuan sanki bu durumdan çok şikayetçi gibi gözükebilirdim. Ama bilmelisiniz ki bu durumdan asla rahatsız olmuyordum. Hatta fark etmeden buraya geldiğim için mutlu bile hissediyordum.
Buraya geldiğime göre önceden hazırladığım bahaneyi de kullanarak Goeun'la konuşabilirim diye içimden geçirmeden edemedim. Aslında ona söylemek için Soojang'ın gelmesini bekleyecektim fakat olan olmuştu ve ben şuan onun kasabasındaydım. Hatta festivale giderken tarif ettiği, büyükannesi ve büyükbabasıyla yaşadığı evin hemen arka tarafındaydım. Ahşap tahtalarla desteklenmiş çitlerin üzerinden atlayıp kerpiç evin arkasına usulca sinerken içten içe hızlanan kan akılımı normale döndürmek adına kalbime söz geçirmeye çalışıyordum. Bu zordu. Fakat Goeun'u yeniden görme düşüncesi aklıma geldikçe bile anında tesellimi buluyordum.
Ön taraftan gelen gülme seslerini duyabiliyordum. Onun kıkırtısını ilk duyduğum andan beri ayırt edebiliyorum. Ve açıkçası anında seçebildiğim bu tatlı kahkahalar, benim kalbim için pek de iyi değildi.
Biraz ilerlemiş ve onu görebileceğim bir şekilde kerpiçten duvarın köşesine sinerek evlerinin önünden geçen küçük su birikintisinin yanında yaktığı ateşte yemek pişiren kıza odaklanmıştım.
Tanrım kalbime ne oluyordu? İlk görüşte aşk olamazdı bu! Neden böyle delicesine atıyordu? Neden yüzüme bir sırıtma hakim olmuştu? Ve neden şu anda karşımdaki teyze benim önümü kapatarak onu görmemi engelliyordu?
Onu görmemi engelliyordu?.. Karşımdaki teyze?
Ne?
Hemen şekilden şekle girmiş bedenimi toparlayarak tek kaşını kaldırmış şekilde bana 'Bir şeye mi bakmıştın yavrum?' bakışları atan sevimli teyzeye gülümsemiş ve ellerimi önümde birleştirerek tüm samimiyetimle önünde eğilmiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Prince Of The Garden // Park Jimin
Novela JuvenilPark Jimin, Park Hanedanlığının 3. erkek güzeli prensidir. Haylazlıklarıyla geçirdiği hayatından ne şikayetçidir, ne de memnun. Park Jimin yine bir gün en kadim dostu, muhafız arkadaşıyla birlikte bildiğini okurken biriyle tanışır. Biriyle tanışır...