"Ya yanlış yerden giriyorsun! Şu sokaktan girsene!" Tam tamına bir buçuk saattir aynı sokakta dönüp duruyorduk Berkay yüzünden. Bin pişman olmuştum istediğime de dışarıya çıktığıma da.
"Ya dur bi biliyorum ben!" Dedi kısık gözlerle yola bakarken. Asla beni dinlemiyordu. Dediğim yola girmiş olsa 10 dakikaya varmış olacaktık ama o, kendi bildiğini okuyordu.
Ellerimi dağılmış saçlarımdan geçirip. "Berkay! Durdur arabayı ben kendi bildiğim yoldan gideceğim sen de döner döner gelirsin!" Dedim sinirle. Berkay bana bakmadan arabayı kullanmaya devam ediyordu. "Saçmalama kızım. Sen nereden bileceksin buraları." Sinirle nefesimi verip ona döndüm.
"Durduruyor musun? Durdurmuyor musun?" Dedim sakin tutmaya çalıştığım sesimle. Kafasını iki yana sallayıp 'Cık' nidasını çıkardı. Dudaklarımı yalayıp derin bir nefes aldım. Gerçekten bu sabrımdan ötürü kendimi tebrik ediyordum.
"Emin misin?" Dedim son şansımı kullanarak. Ancak o, pişkin pişkin kafasını sallayınca. Hiç beklemeden kendi kapımı açtım. Ancak Berkay, şok ifadesiyle hemen kapıyı kapatıp arabayı durdurdu.
Bana dehşetle bakıp derin nefeslerini dışarıya saldı. "Lan sen manyak mısın?!" Dedi yüksek bir sesle. "Günaydın." Dedim ben de öfkeyle. Sabrımı çoktan geçmişti bu salak çocuk.
Yolun ortasında durduğumuz için arkamızdaki arabalar kornaya basıyor muhtemelen küfür ediyorlardı. Arabanın camından kafasını çıkartıp. "Bekleyin iki dakika arabamda manyağın teki var!!" Diye bağırdı.
Ben daha fazla onun konuşmasına izin vermeden. Arabadan dışarıya çıktım. Buradan sonrasını kendim bulabilirdim. Dönüşte de bir şekilde hallederdim artık.
"Dursana manyak!" Diye bağıran Berkay, beni iyice çileden çıkartıyordu. 45 Dakikadır 'Şu sokaktan gireceksin Berkay' Dediğim sokağa girdim.
Biraz sonra tanıdık deniz kokusu burnuma ilişti. Derin bir nefesi ciğerlerime çektim. İşte bu her şeye değerdi... Bütün sinir, stres, ağrı, acı hepsini alıp götürüyordu.
"Aman tanrım senin öldüğünü sanmıştım!!" Ayaklarıma sarılan küçük beden ile gülümsedim. Bu o küçük kızdı. Buraya da zaten onu görmeye gelmiştim ya. Ellerimle saçlarını karıştırıp onun boyuna kadar çöktüm. Hiç bir insan yavrusu ile temas etmekten hoşlanmazdım ancak bu kız istisnaydı sanki.
"Sence ben ölür müyüm?" Dedim ve göz kırptım. Gözlerimin içine içine gülüp. "Haklısın, zaten çoktan ölmüş birinin tekrar ölmesi imkansız." Gülüşüm yüzümde donarken. Bu sözcüklerin ağırlığı altında ezildim ezildim ve tekrar ezildim. Bedenim git gide küçülürken ne diyeceğimi bilemiyordum.
Haklı olmasına mı yanaydım? yoksa bunu küçük bir çocuğunun söylemesine mi?
Ben mi bir şeyleri çok belli ediyordum? yoksa o mu çok akıllıydı?
Küçük kızın, kahverengi gözlerine bakarken gözünün kenarındaki morluğu görmem ile kaşlarımı çattım. Elimi kaldırıp usulca morluğun olduğu yere dokunmamla inleyip geriye çekildi. "Bu nasıl oldu?" Dedim merakla.
Omuzlarını silkip siyah saçlarını kaşıdı. "Önemli bir şey değil. Eniştem yaptı." Kafamı salladım usulca. Bu hayat herkese kötüydü. İster bağır, ister çığır. Bir şeyler yaşanacaksa yaşanır, insanlar ölecekse ölür ve bize de aciz kullar olarak izlemek kalır. Sırf biz acı çekiyoruz diye, ne dünya dönmeyi bırakır. Ne de güneş açmayı. Hepimiz bir sirkülasyonun içindeydik. Dünya kocaman bir okyanus ise biz de oradaki küçük balıklardık. Ve hem kara da hem su da büyük balık küçük balığı yerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Güherçile
General FictionGüherçile, anlamı buydu aslında her şeyin, bütün yaşadıklarımın, yaşayacaklarımın ve yaşayamadıklarımın. Barutla yan yana gelen patlayıcı bir madde benim de hayatım. Fakat benim hatam, maddeye barutla değil ateşle karşılık vermekti. Bütün hayatımı b...