"Lee Taeyong nereye gidiyorsun?" Ayakkabılarını giydikten sonra doğruldu. Montunun cebine sıkıştırdığı gri bereyi de saçlarına geçirdiğinde nihayet bana dönebilmişti. Dalga geçer bir sesle konuştuğunda gözüm berenin ucundan çıkan saç tutamlarındaydı.
"Çocuklarla buluşacağım anne, izninle." Gelecek hafta buluşacaklar sanıyordum. En azından Jessica'dan öyle duymuştum. Benden bir yanıt gelmeyince Taeyong yine dalga geçtiği bariz olan sesiyle viyaklamaya başladı. Şimdi gözlerim gece mavisi karışmış siyah saçlarında değil, fermuarını kapatmadığı montunun içinden görünen hoodiedeydi. Göz devirmeden edemedim. Yine hoodiemi giymişti pislik herif.
"Çocuklar kim diye düşünmüyorsundur umarım. " Başını sağa eğdi. Parmaklarıyla sayı sayıyor gibiydi şimdi de. " Bir bakalım... Johnny, Yuta, Doyoung, Jessica, Saejin, Jaehyun... "
Başını dikleştirdi. "Daha sayayım mı?" Karşısında aptal varmış gibi davranması sinirimi bozuyordu.
" Saçlarını mı boyattın sen?" Çenem ve gözlerimle beresini işaret ettim.
" Sadece ufak dokunuşlar. Odandan çıksaydın dün görürdün kardeşim."
"Bugün fazla komiksin. Artık gitmeye ne dersin?"
"Gelmiyorsun?" Gitmek istemiyordum. Gidersem eğlenmeyecektim, sadece sıkılacaktım. Eh, biraz evde takılıp sonra gerçekten hoşlanacağım bir yere gidebilirdim.
"Başım çok ağrıyor." İnandığını sanmıyordum. Hep benzer bahanelerim olurdu. Başım ağrıyor, halim yok ve dahası... Yine de o da neden gelmek istemediğimi biliyor olacak ki-nedense bundan da emin değilim- sorgulamadı.
"İlaç aldın mı? Almadıysan al. Kötü hissedersen ara, tamam mı? Ne ara yanıma ulaştığını anlamamıştım. Ellerini yanaklarıma koyup geri çekti.
"Şimdi gidiyorum." Kollarımı boynuna sardım. Sinirimi çokça bozsa da Taeyong'a sarılmak yapmayı en çok sevdiğim şeylerin birincisiydi. İkincisiyse onu sinir etmekti tabii ki.
"Annem o kirli ayakkabılarınla evde dolaştığını öğrenmesin. Bir de... Kıyafetlerimi giyip genişletmeyi tahminen ne zaman bırakırsın?" Kollarımı çektim.
"Birileri söylemezse öğrenmez." Hızlı adımlarla kapıya gitti. Kapıyı açtığında eli hâlâ kapı kolundayken "Aynılarından bana da alırsan giymeyi bırakabilirim." Demişti. Ona el hareketi çekmekle yetindim ve mutfağa girdim. Kapının kapanma sesi geldiğinde kaseye sütümü döküyordum.
Televizyonun karşısında koltukta uzanırken içinde mısır gevreği kalmayan kaseyi kafama dikip içinde kalan sütü de içtim ve sehpaya bıraktım.
Neredeyse iki saat boyunca televizyon izlemiş ve iki kase mısır gevreği yemiştim. İlkini aç olduğum için ikincisini ise televizyon izlerken bir şeyler yemiş olmak için yemiştim. Zevkine yani.
Bir bölüm daha You izlemeyecektim. Beck'e yeterince küfür ettiğimi düşünüyordum.
Jessica You'nun ikinci sezonunu izle deyip duruyordu. Telefonda konuşurken yeni başladığı diziyi öyle bir övmüştü ki dayanamayıp adını sormuştum. İki saattir bahsettiği dizinin "You"olduğunu öğrenince de "Onu sana önceden ben de önermiştim zaten aptal." Demek istesem de sadece ben de izliyorum onu, demiştim. Konuşmanın geri kalanı da dizi hakkındaydı zaten.
Odama gelip kendimi yatağıma attığımda yastığımın yanında duran telefonuma gitti elim.
İnternetini açıp biraz bekledim. Telefonumun interneti genellikle kapalı olurdu. Çok da önemli bildirimler gelmezdi çünkü. Sohbet gruplarından gelen mesajları ekrandan kaydırdım. Oldukça gereksiz olan iki sınıf grubu vardı ve arada sırada aktif oluyorlardı. Jessica'nın mesajına tıkladım. Taeyong gittiğinden beri aşağıda televizyon izliyordum ve yine gelen bir mesajı geç görüyordum. Jessica'nın sorun edeceğini sanmıyordum. Alışmıştı artık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The City Holds my Heart |Jung Jaehyun| ✔
FanfictionBugün aklıma gelen gamzeleri şimdi dokunabileceğim kadar yakınımdaydı. |14.02.2021|