BÖLÜM 2: 1941

73 43 47
                                    

"Bugün daha farklı şeyler hissediyorum sanki Samu. Berlin hattında fazla ilerledik. Almanlarla neredeyse burun burunayız."

"Başka çaremiz mi var Dan? Madem birşeyler hissediyorsun,bugün iki kat arkanı kolla."

Bunları söylerken yüzündeki endişeyi okuyabiliyordum fakat diğer askerlerden farklı bir endişeydi. Samu görüp görebileceğiniz en soğukkanlı kişidir. Onun sayesinde birçok kez ölümden dönmüştüm ve ona güveniyordum.

"Hey Samu! Ölüm korkutmuyor mu seni?"

"Ölümden inançsızlar korkar Dan. Ben tanrıya inanırım ve ölümün bir son değil başka bir başlangıç olduğunu bilirim."

"İncilde yazanları ben de biliyorum Samu. Fakat aklım almıyor. Nasıl olur da çürümüş bir vücut tekrar canlanıp ortalıkta gezebilir ki?"

"İşte o kısım ise tanrıya inanç ile olur. Sadece inanman gerek Dan."

Samu ile ettiğim sohbetler sürekli ufkumu açmaya yardım ediyordu. Hayatı boyunca hayvancılık yapan bir taşralıya göre fazla bilgiliydi.

Bulunduğumuz yer etrafa göre yüksekçe bir kiliseydi. Mabedin heryeri yoğun çatışmalardan dolayı tahrip olmuştu fakat hala bizi koruyacak kadar sağlamdı.

Grubumuzun Samu'nun bulunduğu bölümü önümüzdeki 3 saat kadar kilisenin şehiri gören kısmında nöbet tutacaktı. Bizim bölümümüzün nöbeti ise 3 saatin ardından onların yerine başlayacaktı. Grubun diğer iki bölümü ise kilisenin sınırı gören kısmında sırayla nöbetleşiyordu.

Uzun ve sessiz bir gecenin ardında sabaha karşı küçük bir kıpırdamayla bozuldu. Kilisenin bizim nöbet tuğumuz tarafından kendi başına teslim olmaya gelen bir Alman askeri, komutanları tedirgin etti.

Alman askerinin söylediğine göre kendisi birliğinde kaçıp gördüğü ilk İngiliz birliğine sığınmak istemiş. Çünkü tartıştığı birlik komutanı kendisini Yahudi ilan edip öğlen tam güneş tepedeyken idam ettiricekmiş.

Adamı kilisenin ortasında kolonlardan birine bağlayıp beni de başına nöbetçi olarak diktiler. Sürekli sürünmekten olsa gerek dizleri ve dirsekleri yırtılan askerin belirli yerlerinde hafif sıyrıklarda vardı.

Adama hafiften acımıştım aslında. Çünkü bu şekilde dışlanıp iftira atılmanın verdi hissi iyi biliyordum.

"Hey! Sen!"

Adam bana sesleniyordu fakat dilini bilmiyordum ki. Tercümanı çağırmaya gidecektim ki başıyla bacaklarını arasını işaret etti. Belli ki tuvalet ihtiyacı vardı. Ona kolumdaki saati işaret edip elimle 5 rakamını gösterdim. 5 dakika süre verdiğimi anlayıp kafasını yukarı aşağı salladı.

Tam o sıra soğuk bir rüzgar kiliseden içeri girip tüylerimi diken diken etmişti. Yılın bu zamanları Almanya çok soğuk olurdu. Küçükken ailemle sürekli Almanyadaki amcamı ziyarete gelirdik. Tabi o zamanlar savaş yoktu...

Kilisenin kürsüsüne ilerleyip arkasına geçen Alman askeri bana doğru bakmamam gerektiğini söyler gibi imalı bir bakış attı. Tabi bende anlayışlı bir şekilde kafamı başka yöne çevirdim. Alman askerinden birkaç neşeli ıslık melodileri duyuluyordu. Tekrar ona doğru baktığımda ise elinde üzeri kumlarla gizlenmiş kablolara bağlı olan bir mekanizma vardı.

Tüm kan akışım o anda kulaklarımda duyabiliyordum. Şaşkınlıktan 1cm bile kımıldamayı bırakın nefes dahi alamadığımı farkettim.

O anda olanlar oldu... Üzerinde çekme kolu olan mekanizmayı çeken asker elindekini atıp hızla büyük çıkış kapısına doğru koşmaya başladı. Ne yapacağını bilemeyen ben tekrar kendimi toparlayıp askerin peşinden koşmaya başladım. Hızla ilerlerken etraftaki askerler Alman askerine doğru koşup üzerine atlamaya çalıştılar. Tam bütün bu olanlardan sıkılan komutan tabancasını çıkarıp Almana doğrulturken, bir ses bütün ortalığın adeta birbirine girmesine neden oldu.

Aklıma her türden yaşadığım olaylar teker teker zihnimde canlanmaya başlamıştı. Savaşta kaybettiğim iki kardeşimle beraber geçmişte oynadığımız sokak oyunları, annemin sıcak şöminenin başında başımı okşayarak bana kitap okuması...

Askerin elinde olan mekanizma kilisenin belirli yerlerindeki gizlenmiş bombaları aktifleştirmişti. Bütün ortalık bir anda savaş alanına dönmüştü. Benimse tek görebildiğim bir ışık patlaması, ardından yoğun karanlık...

Gürültülü sesler eşliğinde gözlerimi zorzar hafifçe araladım. Gördüğüm kişi Samu'dan başka bişey değildi! Onu görünce o kadar mutlu oldum ki gülümsememe sebep oldu. Elindeki ufak şişeyi ağzıma doğru yakınlaştırdı.

O kadar susamıştım ki Samu'nun bana su verdiğini düşününce mutlulıktan içi içime sığmıyordu. Kurtulmuştum!

"Dan! Bak bana şimdi! Farkettiğin üzere seni burdan çıkaramam fakat seni bu durumdan kurtarabilirim!"

Samu'nun söylediklerinden sonra moloz yığınından sadece başımın çıkmış olduğunu farkettim. Girdiğim şok yüzünden bunu daha yeni farketmiştim!

"Kimse yok Dan! Seni tek başıma çıkaramam! Başka bi yolu var!"

Samu kendi bu patlamadan nasıl kurtulmuştu ki? Üstelik bu durumda bana nasıl yardım edebilirdi. Tüm bu düşünceler zihnimden hızlıca geçiyordu fakat kelimelere dökemeyecek kadar halsizdim.

Elinde uzattığı şişeyi işaret ederek:

" iç bunu Dan! İç hadi!"

Bir iki yudum aldıktan sonra içime mükemmel bir serinlik gelmişti. Bi anda gözlerim fal taşı gibi açıldı.

Ama o anda daha kötü bişey farkettim. Samu elindeki tabancayı başıma doğru tutup:

"Maalesef bu iz bırakıcak Dan. Kusuruma bakma."

Hem gülümseyip hem de tetiğe basınca kurşun anlımdan girip başımın arka tarafından, kafamı dayadığım betona saplandı.

Artık nefes alamıyordum. Fakat bilincim hala yerindeydi. Samu'nun hızla uzaklaşmasını izleyip, birkaç molozun devrilirken çıkardığı sesleri duyabiliyordum. Bu başka bir olaydı.
Bambaşka bir olay...

HERGÜN YENİ BÖLÜM YAYINLANACAKTIR. YORUMLARINIZI BİLMEK İSTERİM. OKUDUĞUNUZ İÇİN TEŞEKKÜRLER😊

Her Ölüm Bir Kapı:UyanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin