02

424 34 11
                                    

Nerede olduğunu unutmuş, nefesi düzene girmiş, panik atağı –şimdilik- dinmişti. Lakin hala bırakmamıştı sıkı sıkı tutunduğu adamı. Dudaklarının arasında, nefes olup kendisine can katan dudakları, daha da kavradı. Tekrar kapadı gözlerini. Hala keskindi inip kalkan göğsünün hareketleri. Ama dizginlenmişlerdi.

Gulf'un bir eli, adamın göğsünde, tam kalbinin üzerindeydi. Hissetmişti onun değişen ritmini. Hala hızlıydı. Ama korkunun getirdiği bir hız değildi bu!

Gözlerini açmadan, usulca geri çekildi, kendisini bırakmaya, henüz hazır olmayan dudakların arasından. Öyle ki, adamın alt dudağı, onun üst dudağına sürünmüş, saniyeler içinde olup biten olay, onun zaman kavramında, dakikalara yayılmıştı.

Hafif aralıktı dudakları. Burnundan değil, ağzından nefes alıp veriyor ve de onun dudaklarında doğan nefeslerin her biri, adamın dudaklarında ölüyordu. İkisi de bozmaya kıyamamıştı bu yakınlığı.

İlk gözlerini açma cesaretini gösteren, Mew olmuştu. Birkaç kez kırpıştırdı kirpiklerini. Yutkundu. Karşısındaki adamın, titreyen kirpiklerini izledi.

Gulf'un gözlerinin ilk gördüğü, Mew'in dudaklarıydı. Bakışları usulca yükseldi. Ta ki, adamın gözlerine bulana kadar.

Neden sonra, aniden kaçırdı bakışlarını Gulf. Sağına döndü. Sol omzunu dayadığı asansör duvarına, yaslanıyordu şimdi. Adamın yanına çökerken büktüğü bacağını, açıp uzattı. Dümdüz asansörün kapısına bakıyordu.

Utanmıştı.

Filmlerde hep, tam da öpücüğün bittiği o anda, asansör çalışmaya başlardı. Şimdi neden öyle olmamıştı ki?

Saate baktı. 10 dakikadan fazla vardı daha, asansörün tekrar çalışması için, onlara vaat edilen sürenin dolmasına. Ne kadar da az geçmişti zaman! Oysa yaşadığı heyecan, damarlarına pompalanan adrenalin yüzünden, zamanın geçtiğine inanmıştı.

Bacağına değen bacakla, adamın da onunla aynı pozisyonda oturduğu kanaatine vardı.

Her ne kadar asansörün kapısına bakıyor olsa da, Mew'in tüm ilgi ve alakası, esmer adamdaydı. Belki de bundandı ki, panik atağı nüksetmemişti.

Ortamda bir sessizlik oluşmuştu. Hâlbuki saniyeler önce öpüşüyorlardı. Öpüşüyorlardı... Öpüşmüşlerdi... Yine...

Henüz adını bile bilmediği bu adamla ikinci kez öpüşmüşlerdi.

Güldü. Kocaman, omuzlarını titretecek bir özgürlükte güldü. O kadar tuhaftı ki ona göre, durumun absürtlüğüne güldü. Nerede olduğunu unuttu ve doyasıya güldü. Ta ki, yanı başındaki esmer adam tarafından, durdurulana kadar...

Gulf, bir ses işittiğinde, önce adamın tekrar panik atak geçirdiğini düşünüp ona dönmüş, güldüğünü fark ettiğinde ise, şaşkınlıktan donakalmıştı. Bir süre adamın suratına sabit ve şaşkın bir ifadeyle baktıktan sonra, sinirlenmeye başlamış ve de baskın gelen kızgınlığının, utancının önüne geçmesiyle sormuştu:

"Komik olan ne!".

Aslında bir soru cümlesi değildi bu. Tonlamadaki ünlem barizdi.

Mew, ilk kez duyduğu sesle, gülüşü yüzünde, kalakalmıştı. Onunla konuşuyordu değil mi? Ah! Dikkati başka yerdeydi, tam alamamıştı sesini!

Aslında Gulf, daha önce de konuşmuştu onunla. Ama Mew, yaşadığı krizden mütevellit, idrak edememişti bunu.

"Şu durumdan, komik ne çıkarmış olabilirsin?", dedi bu kez Gulf. Daha da sinirlenmişti. Her ne kadar karşısındaki adamı beğeniyor da olsa, şu durumda gülmek, akıl kârı değildi. Hem, daha şimdi, neredeyse ölmüyor muydu bu adam? Ölümden dönmek komik bir şey miydi? Üstelik bir an önce buradan çıkamazlarsa, durumun tekrar etme ihtimali vardı. Geç kaldığı toplantıyı saymıyordu bile!

Ökse OtuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin