BÖLÜM ON ÜÇ- ''Lacivert'in Saklı Ruhu.''

1.7K 100 6
                                    

GECE

Bir insanın hayatı, sadece bir günde, beklenmedik bir insan tarafından, bir sözle nasıl değiştirilebilir? Tanışmak, anlamak, öğrenmek ve uygulamak insanın benliğine nasıl bu kadar kolay öğretilebilir? Ya da her şeyden önce, o insana karşı ne hissedilmelidir?

En baştan başlamak gerekirse, onu gördüğüm akşam, hayatımda sadece bir kez göreceğim bir insanın yanında beş dakikamı öldüreceğimi düşünmüştüm. İnsanlar, hayatında sadece bir kez göreceği başka insanları asla önemsemezlerdi, bende onun karşısında oturuyorken bunu düşünüyordum.

Bu bir gerçekti, sadece yan yazlıkta oturan biri için değil, yoldan geçerken omzuna çarptığın birine özür dilerken bile onu sadece bir kez göreceğini bildiğin için pek de umursamazdın ama kabalık olmaması için en azından af dileme anlamında elini bile kaldırırdın.

Karşımda oturuyordu, başını masadan kaldırmasına neden olacak bir gürültüyle karşısındaki sandalyeyi çekip oturmuştum. Tanışırken bile fazla enerji harcamamaya çalışıyordum çünkü o akşamı iyi hatırlıyordum. Kıbrıs Şehitleri Caddesi'ni kesen bir ara sokakta bir barda Seda ve Korkut ile buluşacaktım. Pek de bir tanışma amaçlı konuşmak istemiyordum. Etrafımda fazla arkadaşımın olması sadece endişeleneceğim insan sayısını arttırırdı.

Mine, adını söylerken fark etmemiştim ama sesindeki tınıyı sonradan her hatırladığımda beni büyülemeye başlamıştı. Adımı söylemiştim ve garipsemişti. Diğer tanıştığım insanlar gibi tepki vermişti, alışkındım ama alay eder gibiydi, aslında ben öyle düşünmüştüm ya da beynim bunu algılamaya hazırlamıştı kendini, aptal gibi görünüyordu. Fakat sevimli bir aptaldı, başını hafif yana yatırmıştı ve sesi oldukça saftı, temizdi.

Her şey yolunda ilerliyordu, sahil kenarında bir kafe de sevgilim ve en yakın arkadaşım ile onlarla karşılaşmıştık ve tesadüf ki Ezgi de oradaydı, Mine herkese rağmen ayağa kalkmamıştı, ayağa kalkmayı reddediyor ve benim için değmediğini düşünüyordu, herkese rağmen. Kendimi küçük düşmüş gibi hissetmiştim, tanıştığımız zaman adımla alay ettiğini, şimdi ise bir şeyler uğruna değmediğimi düşündüğünü düşünmüştüm ve bu ondan nefret etmemi sağlamıştı. Kalabalığın arasında oturan tek kişiydi, nedenini sormadım. Muhtemelen umurunda olmadığımla ilgili bir şeyler söyleyeceğini düşünmüştüm.

Amcasının ya da babasının şarj aletini almaya geldiğim akşamda bile ayağa kalkmamıştı, sinirliydim. Kocaman yemekte tıkılıp kalmıştım, hayatımda bir kez göreceğim dediğim kişiyi üçüncü kere görüyordum ve o kişi nefret ettiğim sıradan bir kızdı, üstelik ayak işi yaptırılıyordum. O an için, dediğimi yapmadığı için sinirim tavan yapmıştı ve içimdeki öfkeyi bir cümleyle kusmuş, bahanelerini duymak ya da bilmek istememiştim. Dediklerimin yanlış çıkmamasını umuyordum bir yönde.

İşte, hiç beklemediğim neden, sözlerle çıkmadı karşıma.

Onu, tekerlekli sandalyede gördüğüm an, tüm nefretim bir rüzgarla uçup gitmişti. Cılız kolları kocaman tekerlekleri ilerletmeye çalışıyordu, benden beklediği tepkiyi almasına rağmen herhangi bir alaycı ifade görmemiştim yüzünde, kendimi suçlu hissetmiştim.

Hislerimde bu kadar yanıldığım ve kendimi yargıladığım bir günüm daha olmamıştı. Karşısında tamamen suçluydum, ya da ben öyle hissediyordum. Ama o an kendimden nefret etmiştim. Duygularım sürekli yön değiştirmişti, başıma giren ağrı bana verilen küçük bir cezaydı, o ağzımın payını gayet iyi bir şekilde vermişti ve onu dinlemediğim için, tamamen o haklıydı.

Sadece suçlu hissetmekle kalmadım, vicdanım ezildi. Küçük düştüm o kadar insanın ve Mine'nin gözünde. O.., engelliydi! Yürüyemeyen, saf, tuhaf, olaylara hep iyi yanından bakmaya çalışan, güzel, çekingen ve daha sayacağım pek çok özelliği olan engelli bir kızdı.

ENGELHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin