Güneş ışıkları havalı biri tarafından dizayn edilmiş odama ve odamdaki rahat yatağında yakışıklı prensler gibi masumca uyuyan benim yüzüme vurmasıyla uyan- la ba lu bab bab yok öyle bir şey!
Evimizin ön cephesi resmen parlarken benim odam, güneş ışıkları ve penceremin arasına giren hain bir bilmem kaç katlı bina tarafından karanlığa mahkum edilmişti!
Gündüz vakitlerinde bile ışığı açmam gerekiyordu odamda önümü görebilmem için.
Böyle de çileliydim işte.
Evet belki o sağlıklı güneş ışıkları sayesinde uyanmıyordum ama...
Beni her sabah itinayla o meleksi sesiyle uyandıran bir annem vardı!
"TAO! KİME DİYORUM TAO! SAAT KAÇ OLDU! 12'YE GELİYOR SAAT! GECE YATMAZSIN SABAH KALKMAZSIN!"
Evet bende bundan bahsediyordum.
Ne kadar sevgi dolu değil mi?
"HADİ BAK KALK! KAHVALTINI YAP VE TEKRAR YATARSIN! TAO ÇOCUĞUM UYAN HADİ!"
Pek de pazarlıkçı. Ama sizi temin ederim ki şu kahvaltını yap sonra tekrar uyu olayı. Külliyen yalan.
Sevgi pıtırcığı anneciğimi daha fazla kızdırmamak amaçlı yataktan kalkıp lavaboya yürürken her sabah ki ritüelimi tamamlıyordum.
Yani pijamalarımın üstünden popomu kaşırken anneme cevap veriyordum.
Sağa sola saçılmış eşyalarıma basmamaya gayret ederek elbette.
"Uyandım işte anne! Hayır anlamıyorum sabahın köründe nerden aldın bu enerjiyi kadın!"
---
Saat kesinlikle annemin dediği gibi 12'ye falan gelmiyordu.
Anneme göre saat 8'den sonrada 12'ye gelebilirdi. Yani sonuçta 12'ye gelecekmiş.
Diyorum işte zeki kadın.
Ben kahvaltımı yaparken, annem sürekli çalışan biricik abim Yixing'i ve benden yaşça küçük olmasına rağmen yaşça zeki olan kardeşim Wenhan'ı övüyordu.
Tamam. Abim Yixing sürekli çalışıp geleceği için yatırım yapıyor olabilirdi.
Ya da Wenhan zeki olup çok iyi bir üniversiteye gidebilirdi.
Ama! Burada olup annemin başarısız kreplerini yiyen bendim!
En fedakar evlat bendim!
Bunu tabi ki anneme söylemedim. Ömrümün geri kalanını o başarısız kreplerden yiyerek geçirmek istemezdim elbette.
---
O gün de sıradan bir gündü işte.
Günlük şeyleri tekrarlamıştık. Kahvaltı sonra evi toparlamada anneme yardım etmek falan.
Güzel bir gündü aslında. Annem diğer günlere nazaran daha sessizdi. Hava güzeldi. İnternetimde sorun yoktu (nihayet) güzeldi işte her şey.
Pijamalarımdan kurtulup günlük kıyafetlerime bürünmüştüm.
Amacım pencerenin yanındaki koltuğa kurulup gün boyu aylaklık yapmaktı.
Ya da Wufan'la konuşurdum.
Kulağa hoş geliyor.
Sonra zil çaldı. Gelen Wufan'dı.
Günüm daha da güzelleşemez diye düşmüştüm onu gördüğümde.
O kadar şık giyinmişti ki. Resmen parlıyordu.
Bana baktı. Herkesi öldürüp dirilten gülümsemesini sunarken konuştu.
"Sen hala hazır değil misin Tao? Dün akşam çok tehdit etmiştin beni halbuki"
Ne? O neden bahsediyor?
Bu gün ne vardı ki?
"Unuttun mu? Tao? Bu gün 10080 gösterime giriyor. Aylardır bu filmi bekliyorsun. Dün konuştuk ya?"
Günüm biraz tuhaflaşıyordu sanırım.
Gözlerim doldu. Unuttum!
Aylardır beklediğim 10080 gösterime giriyordu! Ve ben unutmuştum!
Bu gün Wufan'la randevum vardı ve ben unutmuştum!
Ben. Anaokulunun ilk gününde ne giydiğini, sınıfında ki çocukların ne giydiğini hatırlayan ben. Dün saatlerce konuştuğumuz şeyi unutmuştum!
Gözlerim doldu. İçime bir korku düştü.
Korkuyordum.
Wufan nihayet kapıda dikilmeyi bırakıp beni sarmalamıştı.
Ne kadar dağıldığımı oda fark etmişti sanırım.
"Şşşş sorun değil Taotao. Hadi daha vaktimiz var git hazırlan."
Uslu bir çocuk gibi kafamı sallayıp odama koştum.
Dün akşam hazırladığım kıyafetlerimi giydim. -Sabah görmüştüm. Ama anlam verememiştim-
---
"Bir zamanlar bir dev, filmlerin sonunun değişmeyeceğini, istediğimiz gibi olmayacağını ve filmlerin sonunda ağlamanın anlamsız olduğunu bana anlatırdı."
Filmin sonuna geldiğimizde -Hayranı olduğum- aktörle beraber replikleri tekrarlayan Wufan'a döndüm.
Şaşırmıştım. Günüm tekrar güzelleşiyordu işte.
Aylarca sabırsızlıkla beklediğim filme sevgilimle birlikte gitmiştim ve hayranı olduğum ezbere bildiğim replikleri gözlerime bakarak tekrarlıyordu.
Ama o neden şaşkınca bakıyordu?
"Ne oldu Tao? Neden sende tekrar etmiyorsun?"
Şaşırmıştım. Tekrar mı etmem gerekiyordu?
"Tekrar mı etmem gerekiyor Wufan?"
Gözlerinde, bana aşkla bakan gözlerinde başka bir duygu baş gösterdi. Korku. Endişe.
"Hatırlamıyor musun aşkım? Sürekli bu filme benimle gelmek istediğini Baekhyun'un sözlerini birlikte tekrarlamak istediğini söylerdin?"
Günüm güzelleşmiyordu. Günüm korkunçlaşıyordu.
Korkuyordum. Nasıl unutabilirdim. Bana ne oluyordu? Korkuyordum.
~~~
Bazen.. Ne yapacağımı 'fazla' bilmiyorum. Bir şeyler gidiyor içimden. Ve ben sana bile anlatamıyorum. Çok korkuyorum.
Bu sefer biraz 'fazla' korkuyorum.
~~~
Ne zaman ağlamaya başladığımı hatırlamıyorum. Ağlamıştım. Saatlerce.
Beni sinema salonundan çıkardığını da hatırlamıyorum. Arabasına ne zaman bindiğimi de.
Ağladığımı hatırlıyorum. Unuttuklarım için özür dileyip ağladığımı.
---
Sonra ki günler normaldi.
Sadece biraz artan baş ağrılarım ve arada sırada kanayan burnum dışında.
İyiydim.
Ama bir gün.
Wufan'ın en sevdiği rengi unuttum.
Başka bir gün en sevdiği yemeği.
Başka bir gün doğum gününü.
Ama hemen hatırladım.
Bu yüzden kendimi kandırmaya devam ediyordum.
İyiydim ben.
---
Sonra bir gün. Yolumu kaybettim.
Doğduğumdan beri yaşadığım evimin yolunu unuttum.
Her sabah annemle tartıştığım ama sonra sarmaş dolaş oturup çay içtiğim bahçenin içindeki evin yolunu unuttum.
Deli gibi sevdiğim adamın evinin yanındaki evimin yolunu unuttum.
---
Yapabildiğim tek şey çömelip ağlamaktı.
Korkuyordum. Bu sefer biraz 'fazla' korkuyordum.
---
Her seferinde ağladım.
Baş ağrılarım şiddetleniyordu. Günlerce yataktan çıkmadan uyuduğum zamanlar oluyordu.
Sonra bir sabah.. Odama uzun boylu kahverengi saçlı konuşurken bile beliren gamzesi olan sevimli bir genç girdi. Onu tanımıyordum.
"Sen kimsin?"
Soru dudaklarımdan kendiliğinden çıkmıştı. Ama nedense gamzeli çocuğun gözleri doldu. Suratı gerildi.
"Tao bu güzel bir şaka değil. Ben Yixing, abin" kendini gösteren elleri titriyordu.
Sonra hatırladım bir anda.
Beni okulda döven çocukları döven abimi!
Başım belaya girdimi biranda belirip beni koruyan abimi.
Ağlamaya başladım. Korkuyordum.
Hiç bir şey söylemeden beni kucağına aldı. Nereye gittiğimizi bilmiyordum.
Ağlıyordum.
---
Gözlerimi hastanede açtım.
Bilmem kaç tane muayeneye tabi tutuldum.
Adını bilmediğim aletlere girdim.
Şu mezara benzeyen korkunçtu.
Onların ne olduğunu bilmiyordum. Neden burada olduğumu bilmiyordum.
Sürekli başımda bekleyen Wufan'ın sürekli bana sarılıp neden 'Beni unutma' diye ağladığını bilmiyordum.
---
İşin komik yanı doktorlarda neyim olduğunu bilmiyordu.
---
Bir gün Wufan odaya girdi.
Elinde gerçekten ağız sulandırıcı bir pasta vardı.
Neyi kutluyorduk?
Hatırlamıyordum.
Ama gülümsedim.
Bana pastayı yedirirken, ben ona pasta yedirirken, sonra odadan çıkıp elinde kocaman iki tane kurt peluşuyla girdiğinde o peluşlara ad koyduğumuzda gülümsemeye devam ettim.
"Üçüncü yılımız kutlu olsun Taotao."
Ne? Biz Wufan'la çıkıyor muyduk? Ne zaman çıkmaya başladık?
Gülümsemem soldu. Çünkü hatırladım.
Beni yağmurun altında öpen sevgilimi.
Her sakarlık yaptığımda son derece sevimli olduğumu o yüzden hep sakarlık yapmamı, benim arkamı toparlayacağını söyleyen aşkımı hatırladım.
Ağladım. Tekrar.
Bana sarıldı sıkıca. Kollarının arasında kayboldum.
O lanet aletler kilo kaybetmeme sebep oluyordu.
---
Bu günlerde olan tek iyi şey doktorlar eve gitmeme izin vermişlerdi.
Wufan başka bir sefer geldiğinde elinde rengarenk kalemler ve renkli post-itler vardı.
Ona şaşkınca bakarken cevapladı.
"Bunlara her şeyi not alacağız Tao. Tüm önemli günlerimizi... Biliyorsun hafızam zayıf. Ben odamın her tarafını notlarla doldurdum. Sende öyle yap ki sevgili olduğumuz belli olsun."
O mükemmel bir adamdı. Neden post-it getirdiğini biliyordum.
Odasının her tarafını notlarla doldurmadığını ama ona söylemedim.
Gülümseyerek kabul ettim.
---
Bir sabah uyandığımda odamın her tarafı rengarenk kağıtlarla dolmuştu. Bunları kim yapıştırmıştı.
Ben post-it sevmezdim ki.
Notları okumaya başladım.
"2011, 3 Nisan’da çıkmaya başladık."
"En sevdiğim renk mavi."
"Wufan'ın en sevdiği renk siyah."
"En sevdiğim film 10080."
10080 mi? Ne tuhaf isim öyle. Kesin saçma sapan bir aksiyon filmidir.
"Wufan'ı seviyorum."
"Wufan beni seviyor."
Yüzlerce not vardı çoğunda Wufan'dan bahsediliyordu.
Ama Wufan kimdi?
Kapı açıldı içeriye hoş bir bayan girdi.
Güzel bir gamzesi ve gözaltı torbaları vardı.
Sanırım biraz daha uyumalıydı.
Yavaşça yaklaştı bana. Geri gittiğimi fark etmemiştim.
"Kimsin?" dedim.
Gözleri doldu.
Sonra benimde gözlerim doldu.
O annemdi. Ama unutmuştum.
Sonra hatırladım ama.
Benim başımda saatlerce bekleyen kadını.
Saat daha 9 olmamışken 12'ye geldiğini iddia eden kadını hatırladım.
Başarısız kreplerini yerken gözleri parlayan kadını hatırladım.
Hayatımın kadınını hatırladım.
Sarıldım ona ve ağladım.
Özür dilerim anne. Seni unuttuğum için afet beni. Ama hatırladım bak.
Anneme sarılırken bir not daha ilişti gözüme.
"Wufan her sabah gelir"
---
Baş ağrılarım iyice artmıştı.
Sürekli iğne vuruluyordum.
Etlerim acıyordu ama baş ağrım geçmiyordu.
Yataktan ayaklarımı sarkıttım. Duvara tutunarak mutfağa geçtim.
Odamın yakınında olması büyük lütuftu.
Bir hap aldım. Ağrı kesici. Umarım işe yarardı.
Annemler salonda bir trafik kazasından bahseden televizyonun karşısında sessizce oturuyorlardı.
Odama geçtiğimde aynı not ilişti gözüme.
"Wufan her sabah gelir."
Wufan kimdi bilmiyordum. Ama. Uzun süredir gelmiyordu.
---
Bir sabah gözlerimi açtım.
Hiç bir şey hatırlamıyordum.
Burası neresi?
Adım ne?
Kaç yaşındayım?
Hatırlamıyordum.
Odaya bir çocuk girdi. Korktum ve çığlık atmaya başladım.
Sert bakışları vardı ve hatırlamıyordum.
Yere neden çöktüğünü ağladığını hatırlamıyorum. Wenhan olduğunu söylüyordu tanımıyordum.
Odaya başka bir adam girdi. Kırklı yaşların üstündeydi, sert bakışlıydı ama o da ağlıyordu.
Onu da tanımıyordum.
Kapının dibine çöküp ağlayan kadını ya da ona sarılıp ağlayan gamzeli çocuğu da tanımıyordum.
Hemen yatağımın başına tutturulmuş notta ki Wufan'ı da tanımıyordum.
"Wufan her sabah gelir."
~~~
"Bir anda unutmak mı daha acı yoksa yavaş yavaş mı" diye sordu boşluğa çocuk.
"Teker teker anıların yok olması daha acıtmaz mı?" diye yanıtladı Tanrı.
"Çok acıyor" diye devam etti çocuk." Çok da acıtıyor."
~~~
Gözlerimi karanlık bir odaya açtım.
Dün akşam gerçekleşen (ama hatırlamadığım) bir krizden dolayı dağılmış bir odaya açtım gözlerimi.
Etrafa dağılmış minik notçuklar vardı.
Parçalanmış bir çerçeve.
Yırtılmış bir gazete duruyordu duvarın dibinde.
Gazeteyi elime aldım.
"Bir tırın altında kaldığı için tanınmayan cesedin kime ait olduğu saptandı. 26 yaşındaki Wu Yi Fan'ın tanıdıklarına sabır diliyoruz."
Tanımadığım bir adam için üzülmüştüm.
Sevdiği biri vardı belki. Ya da onu seven biri.
Üzülmüştüm. Çok 'fazla' üzülmüştüm.
Gazeteyi elimden bırakarak cama yaklaştım.
Yağmur yağıyordu.
Sokağın başında iki sevgili birbirine sokularak tatlı bir öpücüğü paylaşıyorlardı.
Kıskandım sanki biraz.
Sonra bakışlarım ayağı kırılmış bir kedinin başındaki küçük elli küçük ayaklı ama kocaman kalpli bir kız gördüm.
Kocaman kalbi ve insanlığıyla minik gözlerinden yaşlar akıtıyordu minik kediye.
Hemen karşı binada ki Suriyeli ninenin ağıtı çalındı kulağıma. Neden bilmiyorum etkilendim.
Sonra bakışlarımı odama çevirdim. Benim gibi darmadağınık kendinden geçmiş odama.
Aynaya baktım sonra. Ve saçları dökülmüş, aşırı zayıflamış bir oğlan gördüm. O oğlanın her tarafı (sürekli kullandığı ilaçlar yüzünden) bere içindeydi.
O oğlan çok hastaydı ama doktorlar neyi olduğunu bulamıyorlardı.
O oğlan Wufan diye birini bekliyordu ama Wufan gelmiyordu.
Kendimden çektim bakışlarımı ve kapımın ardındaki dünyaya diktim.
Yixing diye bir çocuk gördüm. Kronik hastalığına rağmen çokça çabalayan…
Wenhan diye başka bir çocuk gördüm.
Sürekli itilip kakılmasına rağmen daha iyi bir gelecek için çabalayan bir çocuk. Çok da güzel bir çocuk.
Sonra bir adam gördüm. Sert bakışlı.
Karısını seviyor belli. Ama defalarca aldatan bir adam!
Güzel bir kadın gördüm.
Hiç tam anlamıyla mutlu olamayan ama sürekli kocası ve çocukları için pervane olan bir kadın. Kocası onu defalarca aldatsa bile affeden bir kadın.
Sonra gözlerim ayağımın dibindeki bir resme denk geldi.
Gülümseyen mutlu olan iki genç gördüm.
Nasıl da yakışıyorlardı bir birlerine.
Nasıl da mutlulardı birlikte.
Kıskandım onları.
Gittim ve yatağıma uzandım.
Suriyeli nenenin ağıtı hala dolanıyordu odamda.
"Beni öldüğümde unutma.
Beni toprağa karıştığımda unutma.
Yağmur olup yeniden Dünya'ya düştüğümde beni hatırla."
---
Hatırlıyorum.
Kapımın ardındaki güçlü kadının kim olduğunu…
O sert bakışlı adamı da hatırlıyorum.
Annemi defalarca aldattığını!
O gamzeli çocuğu da hatırlıyorum.
Beni sürekli kurtardığını...
Yatağımın başındaki notta adı geçen çocuğu da hatırlıyorum.
Wufan'ı!
Beni ne kadar sevdiğini! Her sabah geldiğini! Onu unutmama rağmen hatırlanmak için sarf ettiği çabayı!
Bana gelirken trafik kazasında hayatını kaybettiğini.
Ölüm ne garip şey demiş üstad. Gerçekten ölüm ne garip şey anne.
Şimdi gidersem eğer üzülür müsün?
Şimdi gidersem eğer O'nu bulabilir miyim.
Beni affet anne!
Wufan'a gittiğim için…
- SON -
//
Y/N: Başlarında bir filmden esinlenilmiştir. Ayrıca angst yapacağım derken saçmalamış olabilirim.
- Bayan Ğ.