0.2

82 19 33
                                    

Adının Jeongwoo olduğunu öğrendiğim çocuk ile karşılaşalı aradan dört gün geçmişti ve ben annemle yaptığım dudak okuma çalışmalarımı bırakmıştım

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Adının Jeongwoo olduğunu öğrendiğim çocuk ile karşılaşalı aradan dört gün geçmişti ve ben annemle yaptığım dudak okuma çalışmalarımı bırakmıştım. Yaşadığım şeyi bir daha yaşamak istemiyordum ve bu yüzden dudak okumayı bırakma kararı almıştım. Ailem ve çevrem bu durumdan pek hoşnut olmasa da pek de umurumda değildi. Daha fazla insanlara rahatsızlık vermek istemiyordum. Ayrıca Jeongwoo'ya ne yazmış ne de onun eklediği notu telefonumdan silebilmiştim. Ona yazmak istemiyordum, yazamazdım da zaten ama yazdığı notu da silmek istemiyordum. 

Dört gündür dışarıya da çıkmıyordum ve annem evde oturmamam gerektiğini ve dışarı çıkıp en azından spor adına yürüyüş yapmamı söylüyordu, yoksa kilo alırmışım ve bu genç bir kızın isteyeceği en son şeymiş. Bu yüzden öğleden sonra dışarıya çıkacaktım fakat bu sefer bunu özel kılacak olan ise ilk defa neredeyse kendi başıma Han Nehri'ne gidecektim. Hala tam olarak kendi başıma sayılmazdı çünkü benimle birlikte Hera da gelecekti.

Hera geçen ay ailece almaya karar verdiğimiz köpeğimizdi. Eğitimli bir köpekti, neredeyse yetişkinliğe erişmiş bir Golden Retriever... Benim için alınmıştı ve artık onunla birlikte dışarıya çıkma zamanımız gelmişti. Daha önce evimizin bulunduğu sokak ve çevresinde onu günlük gezmesi için dolaştırmıştım fakat hiç birlikte Han Nehri ve yakınlarına gitmemiştik. Bu ikimiz için de bir ilk olacaktı.

Duşa girip çıkmıştım ve saçlarımı kurutuyordum. Aklımda ise hala yaşadığım olay vardı vardı, acaba onunla bugün karşılaşır mıydım? Gerçi karşılaşsak bile iletişim kurmamız zor olacaktı. Acaba ona yazmadığım için bir şey der miydi? Birden onu neden bu kadar taktığımı düşündüm, sadece bir kere karşılaşmıştık ve ben ise onu aklımdan çıkartamıyordum, aşık değildim ya da hoşlanmıyordum, sadece dikkatimi çekiyordu.

Saçlarımın yeterince kuruduğuna emin olduktan sonra makineyi aldığım yere geri koydum ve üstümü giyinmek için odama yöneldim. Üstümü giyindikten sonra telefonumun titreşimini açtım ve pantolonumun arka cebine koydum, telefonum çaldığı zaman bu şekilde haberim oluyordu. Sonra minik bir sırt çantası aldım. İçine cüzdanımı, anahtarımı ve Hera için biraz ödül maması koydum. Hera ile oturabileceğim bahçeli bir kafe bulup orada bir süre takılırım diye düşünüyordum. Ben bir şeyler atıştırırken Hera'nın da bir şeyler atıştırmasının onun adına hoş olacağını düşünmüştüm.

.

Saat 15.00'e geliyordu ve biz yürüyerek gideceğimiz için nehir ve çevresindeki kafelere varmamız da yaklaşık yarım saat sürecekti, şimdi çıkarsak rahatça bir kafede oturabilirdim. Ceketimi giydim ve elime Hera'nın tasmasının pembe kayışını alıp anneme çıktığımı haber verdim. Bugün pembe kayış kullanmak istiyordum, renkler benim için çok önemliydi ve bu yüzden konu ne olursa olsun renk seçerken dikkat ediyordum. Ayakkabılarımın bağcıklarını bağlayıp adımlarımı üstünde bebek mavisinin çok tatlı bir tonunu ile 'Hera' yazılı, lila duvarları toz pembe çiçek desenler ile dolu, kırmızı çatılı kulübeye yönlendirdim . Eğilip içine baktığımda içerisi boştu, doğruldum ve kulübeden bir kaç adım uzaklaşıp etrafa bakınmaya başladım.  Evimin arkasından kulübeye doğru tüylü ve hafif tombul bir sevgi yumağı, kuyruğunu bir sağa bir sola sallayarak koşuyordu. Yüzümdeki gülümsemeye engel olmadan eğildim ve kollarımı açıp bana gelmesini bekledim. Yanıma vardığında yüzümü yalamaya çalışmıştı ve ben o yapışkan sıvının yüzüme değmesini engellemeye çalışırken sırt üstü yere devrilmiştim. Bu sefer de elimi ve elimdeki kayışı koklamaya başlamıştı, yürümeyi seviyordu.

Kayışını takip adımlarımızı çıkış kapısına yönlendirdim. Alt sokaktaki mini markete girdim ve kolalı jelibon aldım, küçüklüğümden gelen bir alışkanlık diyebilirim galiba. Küçükken ne zaman markete girsem mutlaka ya jelibon ya da dondurma alırdım. Dürüst olmak gerekirse dondurmayı tercih ederdim fakat hava bugün dondurma yememi istemiyormuş gibi gözüküyordu. 

Bir elimde kayış, bir elimde jelibon paketi, sabit bir tempoda Hera önde ben arkada yürüyorduk. Yürürken bir yandan jelibon yiyor bir yandan etrafı inceliyordum. Daha önce bu bölgeden araba ile bir çok kez geçmiştim fakat yürüyerek geçmek çok daha hoşuma gitmişti.

Yaklaşık yirmi beş dakikalık bir yürüyüşün ardından Han Nehri'ne varmıştık ve yürümeye çok alışık olmayan bacaklarım ağrıyarak bana isyan ediyorlardı. Bir kaç gün önce Do Hee ile gittiğim kafeye gittim, kahvesi ve çikolatalı donatı hoşuma gitmişti. Boş bir yere oturdum ve sipariş verdim, bu kafenin uzun süreli müşterisi olacakmışım gibi gözüküyordu. Çantamın arka gözünü açıp ödül mamalarından aldım ve Hera'ya verdim. O keyifle yerken ben de siparişim gelmesini bekliyor ve bir yandan da nehri izliyordum. Derken gözlerim bir noktaya takılmıştı. Oradaydı, yine. Onu görünce tarif edemediğim duygular hissetmiştim, tuhaf ve karışık duygular. Biraz heyecan, biraz öfke, biraz şaşkınlık ve biraz da ne olduğunu bilmediğim birkaç şey. 

Aradan 5 dakika geçmişti ve garson elinde siparişlerimi bulunduran tepsisi ile masaya doğru geliyordu. İçeceğimi ve tatlımı masaya bırakmıştı ben de karşılık olarak başımı hafifçe eğip teşekkür etmiştim, bir süre aramızda tuhaf bir bakışma olmuştu. Tatlı bir çocuktu, parfümü hoş kokuyordu, boyu biraz kısaydı fakat yüzü ve geniş omuzları bu minik açığı rahatlıkla kapatıyordu. O yanımdan ayrılıp başka masalara yönelirken ben de tatlıma verdim bütün dikkatimi, ta ki karşımdaki sandalyeye biri oturana kadar. Bakışlarımı donatımdan çekip karşımdaki keskin yatlara sahip hafif pürüzlü yüze odakladım. Beni o nasıl fark etmişti? Ona soran bakışlar attığımda bir açıklamada bulunmaya karar vermiş olacak ki yüzündeki sırıtışla birlikte ağzını araladı. Tam konuşacakken aklıma geçen gün yaşadığım olay geldi ve refleks olarak başımı indirdim.

Eliyle çenemi kavradı ve gözlerimin onunkilerle buluşmasını sağladı.
''Geçen günkü davranışım için gerçekten üzgünüm ama neden bana yazmadın? Bütün gece yazmanı bekledim.''
Dürüst olmak gerekirse hala kırgın ve sinirliydim, söyledikleri ise şaşırmama sebep olmuştu. Benim için mi beklemişti? Cebimdeki telefonu çıkartıp yazmaya başladım.
'Üzgünüm ama seni anlayamıyorum.'
Telefonu ona çevirdim ve merakla tepkisini bekledim. Bayık gözlerle bana baktı. Sanki bu tavrıma inanamazmış gibi bir hali vardı. Bilmiyor muydu? Sağır insanlar genel olarak fazla alıngan olurdu ve ben tabii ki de alınmıştım.
''Beni anlayabildiğini biliyorum, ne kadar uğraşırsan uğraş kandıramazsın beni. Sana özür dilememe izin ver.''
O konuşuyor ben ise ona telefonuma yazı yazarak cevap veriyordum.
Benden özür dileme, özrünü istemiyorum. Sen sadece bana sempati duyuyorsun. Sympathy aslında ne demek bilir misin gitarcı çocuk? Sympathy yunancadan gelen bir kelimedir. Yunancada ''Acı'' anlamına gelir. Yani birine ''Sana sempati duyuyorum'' dediğinde aslında ona '' Seninle acı çekiyorum'' diyorsun. Benim acımı paylaşmaya ihtiyacım yok Romeo.'

Benim yazdıklarımı gördükçe yüzü şekilden şekle giriyordu ve buna gülmemek için kendimi zor tutuyordum, ona karşı olan gardımı indirmeyi düşünmüyordum ama o çok sevimliydi.
'' İlk olarak sana sempati duymuyorum sadece yaptığım hatayı düzeltmeye çalışıyorum. İkinci olarak senden özür dilememi istemiyorsan kendimi sana nasıl affettireceğim?''
Sözleri kaşlarımı çatmama sebep olmuştu. Amacını anlamadığımı yüzümdeki ifade ile yeterince belli ettiğimi düşünüyordum. Neden bana kendisini affettirmek istiyordu ki? Ben yoldan geçerken şarkısının sözlerini anlamaya çalışan sıradan bir kızdım, diğerlerinden tek farklı yanım sağır oluşumdu. Neden benimle bu kadar ilgileniyordu? Beni umursamaması gerekiyordu oysa. Elinden telefonumu aldım ve yazmaya başladım tekrardan.
'Neden kendini affettirmek istiyorsun ki? Neden bu konu hakkında bu kadar düşünüyorsun? Ben yoldan geçen sıradan bir kızım, beni neden bu kadar kafana takıyorsun?'
Telefonu ani bir hareketle ona çevirdim, uzattığım telefonu eline aldı ve yazdıklarımı okurken yüzündeki duygu belirtileri git gide yok olmaya başlamıştı. Ekranı kapattı ve telefonu masanın üstüne bıraktı. Dirseklerini de masaya yaslayım masada bana doğru yaklaştı. Donuk gözlerini gözlerime dikti ve bütün gece uyuyamamama neden olan o sözleri söyledi.

'' Sen beni kafana takmıyor musun?''



Umarım beğenmişsinizdir. Hala yeteri kadar iyi değilim ama kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Umarım okumaktan zevk alıyorsunuzdur. Beğenmediğiniz ve burası şöyle yazılsa daha iyi olurdu dediğiniz yer olursa söyleyin lütfen.

Deaf Girl Can Not Hear Song | Park Jeongwoo ( ASKIDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin