"Mortuus litterae, mortuus litterae, mortuus litterae, ...".
Adam bir duaymışçasına aynı kelimeleri tekrarlayarak hızlı adımlarla yürüyordu yağmurun altında. Şehrin dışında, daha önce hiç gelmediği, yıkık dökük binaların arasındaki bir sokaktaydı. Yolun sonundan köşeyi dönünce, içeriden gelen cılız bir ışığın geceyi aydınlattığı dükkanı gördü. Kalp atışları iyice hızlandı. Dükkana girdiğinde, o kadar heyecanlıydı ki, "Mektup göndermek istiyorum" derken sesi çatladı, hafifçe öksürüp bir nefes aldı, tekrarladı talebini. Dükkanın üç duvarında da tavana kadar ayakkabı kutularıyla dolu olan raflar vardı. Odayı ısıtan eskice bir sobadan çıtırtı sesleri geliyordu. Ayakkabı kutularının arasında, bir taburenin üzerinde oturmuş, elindeki ayakkabı derisi ile çalışan yaşlı bir adam vardı. Hemen arkasında tek çekmeceli yıpranmış ahşap bir masa gözüküyordu. Yaşlı adam başını çalıştığı ayakkabı derisinden kaldırıp, gözlüklerinin arkasından karşısındaki sırılsıklam adama baktı, "Postane değil burası gördüğün üzere", deyip elindeki deriyi işlemeye geri döndü. "Hayır doğru geldim ben! Burayı tarif ettiler, özel bir mektup göndermek istiyorum" deyip cebindeki mektubu çıkartıp yaşlı adama doğru uzattı. Ayakkabıcı bu sefer başını kaldırmadan, "Postane değil dedim ya, istiyorsan yeni bir çift ayakkabı yapabilirim sana ama", dedi. Adam kaşlarını çattı, kandırıldığını, buralara kadar boşuna geldiğini sandı bir saniyeliğine, ama neden sonra kelimeleri hatırladı. "Mortuus litterae", dedi. Ayakkabıcının deriyi işleyen eli havada kaldı, içini çekti. "Ölü mektup", diye çevirdi kelimeleri. Elindeki malzemeyi bırakıp ayağa kalktı. Masanın çekmecesinden koyu ahşap bir kutu ve bir kavanoz çıkartıp adamın önüne koydu. Kutunun üzerine adamın daha önce hiçbir yerde görmediği değişik semboller oyulmuştu.
"İletişim detayları söylendi mi?" diye sordu ayakkabıcı.
"Sadece kelimeleri söyleyip mektubumu gönderebileceğim söylendi bana."
"Şöyle ki, mektubunun gönderilmeden önce kanınla mühürlenmesi lazım. Şu kavanozdaki balmumunu kanınla karıştırıp kullanabilirsin. Ayrıca alıcının adını da yazarken mürekkep olarak yine kanını kullanacaksın. Parmağından birkaç damla yeterli olur. Senede bir gönderim hakkın var, her sene başında da gönderim hakkın yenilenir. Kullanılmayan haklar diğer seneye devir olmaz. Gönderdiğin mektubunun cevabı da birkaç dakika içerisinde gelir. Burada bekleyebilirsin. Eğer cevap göndermek istemiyorsa karşı taraf, mektubun yanmış olarak geri gelir. Anlaşılmayan bir şey?"
"Senede bir tane mi? Bütün bir sene bekleyecek miyim yani tekrar yazmak için?"
"Evet, ücretsiz gönderim hakkı bir adettir."
"Ücretsiz mi? Ücretli de gönderebilirim sonrasında, param var, ne kadarsa öderim. Bütün sene ne beklemek ne de onu bekletmek istemiyorum cevap için."
"Ödemeyi tercih edeceğin bir bedel olduğunu sanmıyorum. Dünya parası geçmez burada, ömrünle ödersin. Ekstra her mektubun ücreti bir senelik ömürdür. İnan bana bunu istemezsin", dedi ayakkabıcı.
Adam yüzünde hayal kırıklığı ve heyecan karışımıyla, mektubunu parmağından akıttığı kanıyla mühürledi. 3 ay önce ölen karısının adını zarfın üzerine yazarken eli titredi. Çok özlemişti onu ve birkaç dakika sonra ondan gelecek satırların beklentisiyle kalbi göğüs kafesinden fırlayacak gibi oldu. Ayakkabıcı, adamdan aldığı zarfı koyarak, kutuyu kilitledi. Anında kutunun kenarlarından parlak bir ışık fışkırdı ve geldiği gibi kayboldu.
Cevabın gelmesini beklerken, ayakkabıcı burayı nasıl bulduğunu sordu adama. "Beklenmeyen bir kaybın acısı insanı olanaksızın peşinden sürükleyebiliyor", dedi hüzünle adam. Gözleri hatırlamak istemediği anılara dalmıştı. O sırada kutudan tekrar ışık sızmaya başladı ve söndü. Ayakkabıcı kutuyu açınca içinden mor bir zarf çıktı. Adam titreyen elleri ile zarfı zar zor açarak, mektubu bir solukta okudu. Bitirdiğinde, tuttuğu yaşlar boşandı gözlerinden. Sonunda yaşlar tükendiğinde, "Ona cevap yazacağım, hemen şimdi, sadece bir tane!", dedi. Ayakkabıcının bir kaşı havaya kalktı, "Anladığını sanmıyorum, ölüler diyarına bir mektup daha gönderirsen ömründen bir sene eksilecek. Diyelim 6 ay sonra öleceksin, şu an bir mektup daha gönderdiğin anda ölürsün, anlamıyor musun?"
"Gayet iyi anlıyorum, bana bir kağıt ver, sevdiğim kadına cevap yazacağım!"
Ayakkabıcı gözlerini yumdu, açtı, derin bir nefes aldı, çekmeceden boş bir kağıt çıkardı. Adam yazdı, karısından cevap geldi, adam bir cevap daha yazdı, sonra bir tane daha, sonra bir tane daha... 35.mektubun gittiğini gösteren ışık söndüğü anda, adamın aşkın deliliği ile parlayan gözlerindeki hayat enerjisi de söndü, yere yığıldı. Ayakkabıcı hiç kımıldamadı. Kutudan ışık geldi. Cevapsız kalacak son mektubu aldı, sobanın kapağını açıp alevlere teslim etti zarfı. "Bir düşte aşık oldular ve ebediyette buluştular", diyerek sobanın kapağını kapattı.