Bugünkü son bölüm...
"Ve bundan sonra tüm krallığın hükmü oğlum Alec'in elinde olacak."
Annem bu sözleri söyledikten sonra başımda yanda duran ve ışıl ışıl parlayan tacı yerleştirdi. Gururla bana bakarken askerler de önümde eğilmişlerdi.
"Bundan sonra tüm varlığım ve kalbimle bu krallığa hizmet edeceğime yemin ediyorum. Haksızlıklar karşısında dimdik duracağım, her zaman iyinin yanında olacağım ve halkıma hizmet edeceğim. Tüm kanım ve canım üstüne yeminim budur."
....
İnsanlar yavaş yavaş davetin tadını çıkarırken Isabelle hızlıca yanıma geldi ve bana kocaman sarıldı.
"Taç sana çok yakıştı abicim." Deyip geriye çekilerek bana bakmıştı. "Harika bir kral olacaksın."
"Teşekkür ederim, bunu senden duymak beni mutlu etti."
"Jace de yanına gelmek istiyor ama korkuyor. Yine onu terslersin diye düşünüyor."
"Gelmesin mümkünse."
"Ama Alec..."
"Izzy lütfen." Deyip onu kendime çekerek sarıldım. "Sen geldin ya, o bana yeter."
Onun saçlarına öpücük bırakıp sonrasında ondan uzaklaşmıştım.
"Keşke Magnus da burada olsaydı." Dediğinde bir anda yüzüm düşmüştü.
"Ben elimden geleni yaptım Isabelle, bundan sonrası onun kararı. Burada onu zorla tutamam."
"Biliyorum. Evet sen yine de elinden geleni yaptın ve bu konuda seninle gurur duyuyorum."
"Teşekkür ederim." Deyip ondan uzaklaştım. "Biraz gelen misafirler ile ilgilenmeliyim."
"Alec belki de... sen de yoluna bakmalısın." Deyip bana yaklaştı tekrar Isabelle. "Çok güzel prensesler var etrafta. Belki... belki senin de artık her şeyi geride bırakman lazımdır."
"Ciddi misin bu konuda?"
"Artık bir kralsın Alec. Sonsuza dek yalnız mı olmak istiyorsun?"
"Ben o hatayı bir kez yaptım Izzy ve sonucunda Magnus'u tamamen kaybettim. Bu saatten sonra imkansız olduğunu da bilsem onun için savaşmam gerektiğini düşünüyorum."
"Sen bilirsin, hangisini istiyorsan onu yap. Ben sadece bir fikir sunmuştum."
Bana selam verdikten sonra benden uzaklaşmıştı.
Her ne kadar bu saatten sonra imkansız da olsa...
Magnus'u beklemeyi tercih edecektim.
....
Davet son bulduktan sonra yorgun bir halde odama dönmüştüm.
Kendime aynada baktım.
Taç bana cidden çok yakışmıştı.
Keşke Magnus... keşke beni bu tacın içinde görebilseydin.
Tacı başımdan çıkarıp yana bıraktım. Üstümü değiştirip yatağa uzandıktan sonra çekmecede duran kitabımı elime almak için çekmeceyi açtım.
O sırada elime Magnus'un bana aldığı kolye gelmişti. Doğru ya, onu çıkarmıştım ve çekmeceye koymuştum.
Kolyeyi elime aldım ve öylece kolyeye bakmaya başladım.
Yolumu kaybedersem yolumu bulmam için vermişti bana bu kolyeyi.
"Yolumu kaybetmedim Magnus, ortada yol filan kalmadı ve ben yeni bir yol inşa edemiyorum."
Kolyeyi elimde sıktım ve sonrasında dolan gözümü hızlıca sildim.
"Seni çok özleyeceğim. Burada olmana çok ihtiyacım vardı."
Kolyeyi elimde sıkıca tutmaya devam edip sonrasında kolyeyi boynuma takmıştım.
Gözlerimi kapadım ve aklıma gelen anıları düşünmeye başladım. Hepsi de o denli güzel anılardı ki...
Kalbi o kadar güzeldi ki... buraya geldiğinde bile beni kıracak şeyler söylememişti.
Bana kendi elleriyle yemek hazırlamıştı.
Ben tehlikedeyken ne olursa olsun kendini ortaya atıp beni kurtarmıştı.
Bunların hepsi bir yana, beni çok sevmişti ve ben...
"Ben ne yaptım böyle?" Deyip kendimi tutamayıp ağlamaya başlamıştım. Bu sefer seslice, hıçkırarak ağlıyordum hem de.
Sanki senelerce tuttuğum tüm o gözyaşları şu an akıyor gibiydi.
Tüm yükler, tüm üzüntüler, tüm kötülükler bir bir gözlerimden yaş şeklinde ellerime akıyordu.
"Ben mutlu değilim ve hiçbir zaman mutlu hissetmedim. Hiçbir zaman mutlu olamadım. Hayatımı bu yaşıma kadar bomboş yaşadım ve tek bir anından bile zevk alamadım. Kendi ellerimle yaptım bunu. Kendi ellerimle Magnus'u kendimden uzaklaştırdım. Kendi ellerimle kızımı buradan gönderdim. Ve Jace... ona da aynısını yapıyorum. Clary'e... Izzy'e..."
Ellerimle yüzümü kapadım ve gözlerimi sildim ama gözyaşlarım hala akıyordu.
"Kendimden nefret ediyorum. Ben her zaman nefret ettim zaten kendimden. Kendimi bile sevemiyorum, başka birisini nasıl sevebilirim ki?"
Ağlamaktan artık nefes alamayacak hale geldiğim için başımı geriye çekip rahatlamaya çalıştım ama o an fark ettiğim bir şey vardı.
Nefes alamama nedenim ağlamak değildi.
Boğazım üstünde sanki beni boğmak istemeyen bir şey varmış gibi hissediyordum ve zar zor nefes alıyordum.
"Ne... ne oluyor?"
Zar zor nefes almaya çalışmış olsam da başaramamıştım. Tüm oda dönüyor gibiydi ve başıma ağrılar girmişti.
"Birisi... birisi yardım etsin."
Sesimi kendim bile zor duyuyordum. Yataktan çıkmaya çalıştığım anda yere düşmüştüm ve kapıyı sadece hayal meyal görebiliyordum.
"An...ne...Izzy..."
Kendimi ileriye atıp kapıya doğru ilerlemeye çalıştım ama kollarım beni taşıyamıyordu. Titreyip yere yapışmıştım.
O an derin bir nefes alabildim. Sadece bir an. Sanki yaşamdan önceki son nefesti bu ama son bir derin nefes aldım. Ciğerlerim hissetti bu nefesi.
Kalp atışımı zemin üstünde hissediyordum. Kalbim atıyorsa ölmüş olamazdım değil mi?
Ama yaşıyor gibi de hissetmiyordum.
Bedenim kilitlemiş şekilde kaldıktan bir süre sonra gözlerim de kendi kendine kapandı ve ondan sonrası tamamen bir boşluktu.
Sanırım herkesi yuvarladığım o çukura bu sefer kendim düşmüştüm.
....
Vavv.