•flashback ━ barlar umutsuz dileklerin yerini bulduğu sahipsiz mekanlardır.
1960, yugoslavya.
•
Marguerite Beaumont için yalnızlık o vakte kadar anlamsız bir kelimeden ibaretti. Dünyada kendini izole etmiş birçok hastalıklı insanın kendilerine yakıştırdığı tuhaf bir ithamdı onun sözlüğünde. Gereksiz ve basit kimseler bu sözcüğü kullanarak sorumluluklarından kaçabileceklerini sanırlardı. Asla yapamazlardı.
Ama tüm bunlar bir yana, Marguerite yalnızlığı hiç tatmamıştı. Ne mutlu ona! Dünyada onun kadar şanslı çok az insan vardı elbet. Fakat öyleyse tam da şu an, bir bar taburesinin üstünde saat gece yarısına yaklaşırken dudaklarını esir alan bu somurtma ve yüreğini ıssız bırakan bu kara gölgeye ne deniyordu? Keder, melankoli, karamsarlık? Yalnızlık?
Marguerite'nin bunu düşünecek zamanı yoktu. Elinde tuttuğu dar kadehin dibi görünüyordu, akrep ve yelkovanın mekanik sesleri duyuluyordu, o buraya yaklaşıyordu. Tak, saat on bir buçuğa vurdu. O hiçbir zaman geç kalmamıştı.
Kadın bembeyaz bir trençkot giymişti, saçları ise omzunun birkaç parmak yukarısına gelecek şekilde kesilmişti. Koyu renkli güneş gözlükleri sayesinde Marguerite onun etrafına gönderdiği bakışları sadece tahmin edebiliyordu. Gerçekten hiç geç kalmazdı, fakat onu son görüşünden beri değişmişti. Marguerite işte tam da bu nedenle onu yarım saat geç çağırmıştı, onunla konuşmadan önce cesaretini toplamalıydı, tercihen alkolle.
"Jen! Bu ne sürpriz böyle." Genç kadın sarf ettiği harflerin birkaçını yutuyordu, Jeanne bunu fark etmişti. Marguerite'i es geçip yanındaki sandalyeye oturdu, onun açılmış kollarını ıssız bıraktı. Onu selamlamadı. "Sarhoş değilsin Marguerite, kendini kandırma."
Teknik olarak bu sözler doğruydu. Marguerite sarhoş olmaktan oldukça uzak sayılırdı fakat şu an tek dileği buydu. Fakat aklı yavaş yavaş uyuşmaya başlıyordu ve genç kadın konuşmanın sonuna doğru onu iyice kaybetmeyi umuyordu. Oturdukları Yugoslav barı ise tuhaf bir şekilde sakindi. Ve Jeanne bunun tekin olamayacağını bilecek kadar tecrübeliydi.
"Yardımına ihtiyacım var." Marguerite'in sözleriyle beraber Jeanne elini kaldırarak barmene seslendi. "Borovička!" Saniyeler sonra önüne konulan kısa kadehi eline aldı ve dudaklarına götürmeden önce konuştu. "Sen mi yardım istiyorsun?" Ardından altın rengi likörün ağzında bıraktığı acı tada aldırış etmeden devam etti. "Bir Beaumont'un yardım isteyeceğini hiç düşünemezdim. Gerçi birinin ayağına gelmek için farklı ülke değiştireceğine de inanamazdım."
Marguerite kafasını çevirdi ve boş kadehine baktı. "Artık bir Beaumont değilim." Dudaklarından kaçan yarım yamalak sözleri uyuşmaya başlayan aklına atfetti. "Elbette değilsin." Jeanne ona bakmamakta ısrarcıydı.
"Senin yardımına ihtiyacım var, bana sadece sen yardımcı olabilirsin." Buna inanmıyordu, kadının ona yardım edeceğine inanmıyordu. "Peki neden?" Jeanne'nin yönlendirdiği soruyla beraber Marguerite sertçe yutkundu, karşısındaki duvara asılmış saatin monoton seslerine odaklandı, sakinleşmeliydi.
"Neden olduğunu biliyorsun." Marguerite'in sesi iyice kısılmıştı. "Bir daha söylemeni istiyorum." Jeanne'nin kelimelerinde ise acıma yoktu, buz gibiydi. Marguerite kafasını salladı, bunu istemiyordu. "Yapamam." Yapamazdı, kendisine yemin etmişti.
"O zaman sana edebileceğim tek yardım yeri geldiğinde işini bitirmek olur." Jeanne sarf ettiği sözlerden sonra dibi yaklaşmış kadehi dudaklarına yaklaştırdı ve acı likörü tek dikişte bitirdi. Söyleyecek pek bir sözü yoktu, Marguerite de bunu biliyordu.
Hemen ardından cebinden birkaç Yugoslav Dinar'ı çıkarttı ve masaya koydu. Metal paraların ahşap tezgaha temasıyla beraber hızlıca arkasına döndü ve bir kez bile kadına bakmadan çıkışa doğru adımladı. Kapıdan çıkıp tekinsiz geceye karışırken Marguerite'in tek yapabildiği şey onun arkasından bakmaktı.
Tam da o an hissettiği şeyin adını koyabileceğinden emin değildi. Üşüyordu, içtiği brendi acıydı ve yüreğini tatsız bir karanlık kaplamıştı. Aklından geçen düşüncelerin haddi hesabı yoktu, fakat hiçbirinin ucu bir yere bağlanmaksızın uçup gidiyordu. Düşüncelerinin yanında alev alan duyguları ise yabaniydi. Keder, melankoli ve karamsarlık. Hiçbiri olduğunu düşünmüyordu. İçini dolduran bu soğuk ve saf his yalnızlıktı.
Bununla beraber birkaç dakika sonra Marguerite de kalktı. Az önce tıpkı Jeanne'nin yaptığı gibi kapıdan çıkıp geceye adımladı. Hayatında hiç hissetmediği duyguları iliklerine kadar yaşamalıydı. Karanlık sokaklarda kaybolmalı ve yalnızlığın tadına varmalıydı. Marguerite az kalsın mutlu olacak gibiydi. İçinde yanan duygular o kadar boğuktu ki kederin sonu gelmiş gibi hissediyordu.
Sabaha kadar dolaştı, biraz oturdu. Ona bir şey yapmasını söyleyecek kimse yoktu burada, o da herhangi bir şey yapmadı. Birçok şeyden habersiz kalmayı diledi. Soğuğun içine işlemesini ve içinde yanan ateşi söndürmesini istedi. Jeanne'nin safir rengi gözlerini hayal etti. Hissettiği yalnızlığı çürümeye terketti. Marguerite o gün geri dönmek istemedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kalopsia, a delusion. marauders era!
Fanficmilena petrović gerçeklerin her zaman ortaya çıkmak gibi bir huyu olduğunu biliyordu. fakat bunların bir gün dönüp dolaşıp onu bulacağını hiç düşünmemişti. 'the wraith, vol. 2' written by @truffautsfilm. fanfiction, harry potter. ...