Ehem ehem. İlk defa giriş konuşması yapıyorum ve sanırsam gerildim... Neyse insan gibi başlayalım: Selamlar! Tanıyan vardır tanımayan vardır ben Helin, Hell derler, nam-ı diğer @embesilinteki ; yani BİZİ BEKLE'nin yazarı olan kişi parçası(?). Merhaba mı demeliyim? Neyse, cıvıtmadan gizli okuyan küçük kitleyle de tanışayım dedim. Kendinizi bir belli etseniz mi ya :(
Yine bir neyse çekiyorum ve konumuza dönüyorum. En son bölüm atalı ne kadar oldu inanın ben de bilmiyorum, YKS çifte mağduruyum, maalesef bu sene mezundum o yüzden bir süre buradan uzak durmam gerekiyordu. Sınav sonrasında da aksilikler falan filan derken en sonunda yazabildim. Birkaç kişiye de söyledim, bu bölüm bi dönüm noktası. Neredeyse 10 bin kelimelik, dopdolu bir bölümle geldim size. Umarım yokluğumu telafi eder hehehe.
Söz vermeyeyim ama büyük ihtimalle bundan sonraki bölümler hep böyle uzun olacak çünkü asıl şimdi başlıyoruz! Daha bu bölümde bile anlatılmayan o kadar çok şey var ki artık ben "Dur! Yeter!" dedim, bölümün sonuna gelince bu dediğimi anlayacaksınız ;)
Sövmeyin ama bak, sabah 7'ye kadar yazdım şahitlerim de var! Bak, bu sözü alınacak kişi kendini biliyor!
Cıvıttım. Kesiyorum, tamam.
Heh, unutmadan; ilk şarkıyı başta , sonra ikisini birden yemeğe geçildiğinde açmanızı tavsiye ederim. Bir de Pentagram adamdır. Bu kadardı. İyi okumalar!
PENTAGRAM - For the One Unchanging (Akustik)
PENTAGRAM - Sonsuz
BÖLÜM X - Yol Ayrımı
"Meğer ne kadar yanılıyormuş insan, en yakınlarında bile..."
-Kemal Tahir
Bolu, Akçalar Köyü. Dağın içinde, sert iklimli, merkezden kilometrelerce uzak bir yer. Köyün genç nüfusu bir okulu doldurmazdı, her sene tek sınıflar olurdu. Geneli de zaten devam etmezdi okumaya. Sadece aralarından birkaç genç giderdi üniversiteye. O yüzden çok kitap bulunmazdı köyde. Geldiğinde ise kıymete binerdi, herkes almak için kapışırdı. Bir de dergiler vardı. Ah o renkli dergiler... Gazi, sabahın köründe kurdu ve kardeşiyle çıkardı dışarı. Daha dükkan açılmadan önünde beklerlerdi. Erhan Amca gelirken kocaman bir sıra olurdu, herkes kaynamaya çalışırdı. Seyit de alırdı London'ı, tehdit ederdi insanları. Bu yüzden hep ilk dergiyi onlar alırdı.
Bazen edebiyat dergileri gelirdi, Gazi okuduğu yazarların hayatlarını görmeyi çok severdi. O gün ondan mutlusu olmazdı. Yine bir gün almıştı eline edebiyat dergisini. Dostoyevski'nin bir sözünü görmüştü orada. Tam olarak hatırlayamasa da özü şuydu: Anlatmak istediklerimin üçte birini anlayabiliyorsunuz sadece. Bu sözü okuduğunda tüm Dostoyevski kitaplarını tekrardan okumuştu. Her satırdan bir anlam çıkarmaya çalışmıştı.
Peki ya bu satırlar? Onların ardında hangi sırlar yatıyordu?
Gerçekleri bilmeyen mutludur yazıyordu aslında. Dünyadan epeyce uzak bir yaşam sürerdi o, bilmezdi bir şey. Gayet kabul ederdi de bunu çünkü o istemişti şu an sürdürdüğü izole hayatı. Fazıl Amca onu okula yazdırmak istemişti, Gazi orada kalmayı denemişti de. Okulun ilk günü köydeki çocuklarla tanışması olmuştu. Nüfusu az olan bir yerdi, bu yüzden onu yadırgamışlardı. Anan kim, baban kim, kimlerdensin? Daha ilk gününde çocuklardan bu soruları duyduğunda ise arkasına bakmadan kaçmıştı. Lisede de bir kez şansını denemişti aslında. Ama olmamıştı. İnsanlar onu bunaltıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BİZİ BEKLE | ANTEBELLUM
Teen FictionGördüklerin yanıltıcıdır. Yaşadıkların riyakardır. Sırların tek gerçek olandır. Kendi savaşında mağlup olduğunu sanan genç adam, kaderinin yirmi yıllık kâğıdını ortasından yırtmıştı. Birisini yakmış, birisini de saklamıştı dibini göremediği mağarala...