yaşıyor olmanın dayanılmaz ağırlığı

226 34 33
                                    

Felix, bindiği minibüsün dur kalk yapmasından çok sıkılmıştı. Tüm gün hiçbir şey yememiş, yalnızca sabah yaptığı kahvaltı ile duruyordu. Şimdi tek istediği onu da sallanıp duran minibüste çıkarmamaktı.

Küçük pencereden uçan kuşları gördü, ve sallanan ağaçları... Yapraklar dökülmeye ve sararmaya başlamıştı. Birkaç hafta içinde birçoğunun bir tane bile yaprağı kalmayacaktı.

Sonbahar geliyordu, dünya değişecekti. Bir kez daha.
Dünya değişir de insan aynı kalır mı hiç? Felix de değişecekti, bir kez daha.

Sonunda ineceği yere geldiğinde can havliyle aşağıya attı kendini. Midesi bulanıyordu, insanlığın çürümüş etinin kokusunu alıyordu sanki.

İnsanları sevmezdi Felix, en çok da düzensizliklerini. Bir sapa balta olamamaları değildi mevzu, bunun için uğraşmıyorlardı bile. Birçoğu alarmla uyanırdı örneğin. Felix bir gün olsun alarma gerek duymamıştı.

Gece geç saatlere kadar kadar otururlardı. Bir yerde geç uyumanın depresyona sebebiyet verdiğini okumuştu Felix. O günden beri on birden geç uyumazdı.

Böyle şeylere önem verilmeliydi. Minibüs şoförleri dikkatli sürmeliydi mesela. Sarsılmamalıydı yolcular.

Eve giderken hep uğradığı fırından hep aldığı miktarda ekmek aldı. Her gün verdiği kadar para verdi her gün aynı köşede bekleyen dilenciye.

Düzeni severdi Felix, rutinleri, bir şeylerin tekrarlanması hoşuna gidiyordu. Monoton yaşamayı seviyordu. Hep sıkıcısın derdi Changbin ona. Öyle demesini de severdi Felix. Sanki diyişlerinin bile kendi içinde bir düzeni vardı.

Bir de Changbin'i severdi işte. Her iş çıkışında dilencinin oturduğu yerin biraz uzağında elinde sigarasıyla onu bekleyen Changbin'i.

Kendi halinde biriydi Changbin, gündüzü geceye karıştırmazdı. Bazen açardı ağzını ama kapatırdı sonra. Haddini bilirdi. Nerede ne söyleyeceğini de. Felix ise yalnızca o haddini bilmesin isterdi.

Hep konuşsa yine dinlerdi onu Felix. Zaten Changbin de öyle çok suskun kalamazdı. Bu sefer martılardan açardı ağzını, ne de olsa onları konuşmak bedavaydı.

"Bazı martılar simit sevmiyor." derdi. Sonra gülerek Felix'e bakardı. "Zaten onlar etçil hayvanlar özlerinde biliyor musun? Biz alıştırdık bunlara."

İnsanlar diye geçirirdi Felix o zaman içinden. Ne benciller ama.

Changbin onun ne düşündüğünü anlamış gibi boş bir ikna çabasına girerdi bu sefer. O Felix gibi değildi. İnsanları da severdi, yaşamayı da.

"Martılar bütün balıkları yerlerdi öbür türlü." Sonra gülerdi kendi bahanesine. "Sonunda insanlar balıkları yiyor gerçi."
Felix'ten bir gülüş koparırdı böylece.

Bir Changbin'e gülerdi zaten Felix, bir de annesine.

Öyle geçip giderlerdi dükkanların önlerinden. Felix konuşmaz, Changbin de susmazdı. Belli etmezdi Changbin, ama zeki biriydi. Bilirdi Felix'in onu sevdiğini, hem de çocukluklarından beri.

O da severdi Felix'i, ama istediği gibi değildi. Yakın arkadaşlardı onlar, kendilerini bildiklerinden beri. Zaten Changbin de onun istediği gibi nasıl sevilir bilmezdi.

Felix'in kimseye göstermediği bir yanı vardı. Changbin onu evinin önüne bırakır bırakmaz koşa koşa merdivenleri çıkar balkondan el sallardı ona gülümseyerek. Felix'in gülümsemesi güneş gibiydi, içi ısınırdı.

Changbin gerisin geri dönerdi biraz önce Felix'le yürüdükleri yoldan. Sokağın sonunda son bir kez arkasını döner Felix'le göz göze gelirlerdi. Changbin utanır, ama yine de gülümserdi. Çok gülerdi o, gülümsemek nedense hep beş yaşındaydı.

zamanın değiştirmediği insanlar | changlixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin