39- Geri Dönüş

947 93 455
                                    

Bize şöyle bakanımız olmadı...

Nefes almak, ne zamandan beri bu kadar zor geliyordu Xiao Luhan'a?
Öleceğini biliyor muydu? Yoksa bunu hissedebiliyor muydu?

O yüzden mi günün birinde ısrar ederek
yanı başından bir saniye olsun ayrılmayan sevgilisine dönerek sanki sapasağlammış gibi bir anda neşe ile konuşmuştu? Ne mi demişti?

"Sarı lezbiyen, hadi gidelim ve ben ölmeden evlenelim!"

Boğazına oturan o yumru öylesine nefessiz bırakırken kendisini, iyice zayıflamış ve tükenmiş sevgilisine bakarak onun tüysüz kafasını öpmüştü üst üste. Gülümsemişti sadece ve kafa sallamıştı ona. İsteyeceği tek şey buydu zaten belki de...

Ve boş vermişti tedaviyi, hastaneyi, iyileşmeyi. Heyecanla, hevesle valizini hazırlamıştı ve kalan son enerjisini neşeyle harcamıştı kıyafetlerini toplarken. Şimdi ise uçakta sarı saçlının omzunda uyuyakalmışken, ona baktı ve gözyaşları yavaşça düşmeye başlarken bir kez daha öptü eskiden pembe saçlı olanın kafasını.

Sevgi neden bu kadar can yakıyordu ki? En güzel düğün olacaktı onlarınki. Eğer sonsuzluğa gidecekse küçük olan, sevgilisini beklerken bu güzel düğünü hatırlamalıydı hep. Onu hevesle beklemeliydi gittiği yerde...

Öte yandan, güzel evin bembeyaz duvarına yaslı sırtı hafifçe ağrırken, karşısındaki kişinin gözlerine bakmaya devam etti sadece Kim Jongin. O şaşkın bakışlarla sebep olan şey ne miydi? Sadece bir kelimeydi. Tek bir kelime.

"Efendim..."

Ve şimdi, kafasında duran kep yamulmuş vaziyette devam ederken haraketsizce durmaya, sadece Kyungsoo'nun ne tepki vereceğini bekliyordu.

Ama saniyeler içinde ince dudaklarının üzerine kapanan sert dudaklar esir alırken bedenini, varlığını, hislerini. Onun varlığıyla geçirdiği iki yıl ve onsuz geçirdiği iki yıl bir kez daha acı verirken bakışlarına, durmadı ve karşılık verdi Kim Jongin.

Yaşadığı son günüymüşcesine öperken dolgun dudakları, bir an bile tereddüt etmemişti buna karşılık vermek için. Kim bilir? Belki de boşa yaşadığı ve sadece gece gündüz çalıştığı iki yıl boyunca içten içe hep bu anı beklemişti küçük olan.

Ve D.O Kyungsoo, içinde biriken tüm o öfkeyi kumral olanın dudaklarını sertçe ısırarak, emerek bırakırken sesli bir inleme döküldü dolgun dudaklarından.

Bir elini onun ince belinde gezdirerek onun bedenini kendi bedenine biraz daha yasladı ve nefesleri daha çok karışırken birbirine, yavaşça geri çekildiği sırada alnını küçüğünün alnına yasladı ağır haraketlerle.

"Neredeydin Kim Jongin?"

Ve küçük olan ellerini uzatarak onun ensesinde birleştirdiğinde, sesindeki pişmanlık ve özlem ele vermişti yaptığı yanlışı bir kez daha anlamasını.

"Özür dilerim..."

Dolan gözlerini silerek kendine çekti ve uzunca sarıldı karşısında duran iri bedene. Onun kokusunu içine çekerken hasretle, pişmanlığı sadece içinde boğuştu çığlık çığlığa tekrar.
Ama öyle sertti ki ikisi de, 'seni çok özledim' diyerek ağlamak ikisine de göre değildi sanki ha?

Ufak sarılmaları saniyeler içinde Kyungsoo'nun Jongin'i düşünmeden kucağına alarak salondaki rahat kanepeye doğru ilerlemesi ile renklenirken, ellerini babacığının pürüzsüz yüzünde dolaşırdı ve unutmanın imkansız olacağı şekilde aklına kazıdığı o güzel yüze baktı bir kez daha. Onu özlemek bile çok güzeldi...

Ve sırtının değdiği yumuşak kanepede haraketlenirken, kendine çekti sertçe uzun olanı. Kyungsoo düşünmeden onun üzerindeki iş üniformasını sert haraketlerle çıkardığında, küçük göğüsleri hızla ısırdı ve kulağına acı dolu bir inleme dolduğunda, gülümsedi. İki yıl içinde böyle gülümsemiş miydi hiç? Hayır, gülümsememişti...

Caliente (Dokai) ✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin