Sessizlik. Bazen insanın en kötü düşmanı bazen en iyi ilacı. Kaç saattir parmaklıklar ardında düşüncelere dalmış durumdayım bilmesem de sessizlik kafamı toparlamama yardımcı oluyordu.
Aslında yalnız değilim. Ben, çocukluğum ve düşüncelerim bir aradayız.
Annemi bir türlü affedemiyor, tüm bu olanlarda hangi açıdan bakarsam bakayım onu haklı çıkaramıyordum. Belki hayatım boyunca da affedemeyecektim. Aşk diye adlandırdığı hastalıklı duygunun ardına saklanmış hem benim hem Levent Ersoy'un hayatında kapanmaz yaralar açmıştı.
Bekir denen şerefsiz zaten aklıma düştüğü an beni öfkeden kavurmaya yetiyordu. Onu öldürememiştim bir daha da buna tenezzül edeceğimi sanmıyordum çünkü öldüğünü düşündüğüm zamanlarda bile içimdeki öfkenin sönmediğini görmüştüm sönmeyecek bir yangın için katil olmaya değmezdi.
Dayım Serhat Güven, bana çocukluğum boyunca ailenin önemini aşılamış ama para uğruna annemin yaşadıklarına göz yummuştu. Aklım bir türlü almıyordu, insan hiç mi kız kardeşini uyarmaz, engellemezdi? Onu hayatımdan sildim, asla affetmeyecektim.
İnsanlar ikiyüzlüydü kimseye güvenim kalmamıştı. Tek isteğim evime dönüp Ayaz'a sarılarak uyuyup tüm bu olanları geride bırakabilmekti.
Daha fazlasını kaldıracak gücüm kalmadı.
En çok da kendime üzülüyordum. Çocukken böyle bir adamın babalığı için adeta gözlerinin içine bakmış beni sevmesi için her şeyi yapmıştım.
Ne büyük aptallık!
Az kalsın çocukluğum gibi gençliğim de o adam yüzünden ellerimden kayıp gidecekti.
Yanımda benimle birlikte duvara yaslanmış bacakları banktan yere değmediği için sallayan ve masum gözlerle parmaklıkları izleyen çocukluğuma baktım.
O nezarethanede saatlerce ona acıdım, kızdım, saydım sövdüm ama onu hiç affedemedim.
Parmaklıklar açıldığında refleks olarak çıkan sese döndüm. Üniformalı memur kalkmamı ve ellerimi uzatmamı söylediğinde itiraz etmeden ona uydum. Berbat bir haldeydim günlerdir giymekten şekli bozulmuş kot pantolonum çamurlu lekelerle doluydu. Üstümde Doruk'tan aldığım tişört vardı o da pantolonumla aynı kaderi paylaşıyordu. Saçlarımda hala toprak tanelerinin olduğunu hissedebiliyordum.
İnce bileklerimde soğuk metalin dokusunu hissettiğimde düşüncelerim kendimden yön değiştirdi.
"Saat kaç?" Kısık sesle sordum ama memur duymuştu bir süre cevap alamayacağımı düşünsem de sonunda cevapladı "9'a gelmek üzere," bu o memurla konuştuğum ilk ve son cümle oldu.
Beni yine sorgu odasına aldılar, bileklerimdeki kelepçeler çözen memur beni odada yalnız bıraktı. Yaklaşık 10, 15 dakika sonra avukatım sorgu odasına yakışmayan zarifliğiyle ve benim aksime jilet gibi bir kumaş takımla içeri girdi. Üstünde dün geceye benzer dar beyaz bir gömlek boru paça topuklu ayakkabının topuğuna kadar uzanan füme pantolonu ve eline aldığı aynı renk ceketiyle merkezdeki memurların çoğunu kendine beğeni dolu bakışlar attırmış olmalıydı.
Aceleci tavırlarla karşıma oturup direkt konuya daldı. "Direnç hanım çok vaktimiz yok hastaneden geliyorum Bekir Korkmaz uyandı, söylediklerinizi ilettim ifadesinde silahın yanlışlıkla ateşlendiğini destekler cümleler kuracağını söyledi. Siz de babanızın size silahlar hakkında bir şeyler öğretirken birden silahın ateşlendiğini söyleyeceksiniz anlaştık mı?"
Anladığımı belirtircesine başımı salladım. Sırf bu delikten çıkmak için o adamın babam olduğu ifadesini vermek bile midemi bulandırıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SENGER
General FictionAilesi için her şeyi göze alabilecek, zekası ve cesaretiyle kendine hayran bırakan toprak gözlü bir kadının prangalarından, maskelerinden ve acılarından kurtulmasının hikayesi.