Yatak odasına adımını atar atmaz, sağ elindeki çantayı ve ceketi, çalışma masasının üzerine bıraktı. Diğer elini, aheste bir şekilde boynuna çıkardı. Sonra, savsak hareketlerle kravatından kurtuldu. Baktı elinde tuttuğu kravata, odanın bir köşesine savurmadan önce. Baktığı, saniyeler önce boynunu azat ettiği yulardı evet, lakin gördüğü, daha o gün, asansörde, ellerinde tuttuğu kravattı. Mew'in boynundan sökercesine çekip çıkardığı...
Mew...
Fikri adamla dolarken, gömleğinin üst düğmesini açıp, öylece uzandı derli toplu yatağa. Sağ kolunu büküp, başının altına koydu. Pürüzsüz, bembeyaz tavanı seyrediyordu şimdi.
Daha da derin düşündü Gulf, küçük asansör maceralarını ve sonrasını.
Mew ile karşılaşmalarından mütevellit, onu orada, Tayland'da görünce, tahmin etmişti aslında Amerika'dan gelen heyetin bir parçası olduğunu. Ama heyetin başındaki, "Bay Müşkülpesent" olacağını, hiç düşünmemişti.
Asansör tekrar çalışıp da, toplantının yapılacağı kata geldiklerinde, patronlarının hastalığı hakkında bilgi sahibi olan ve bu nedenle endişelenmiş ekiple ve de kendi ekip arkadaşlarıyla karşılaşmıştı.
Gülümsedi o sırada Gulf. Komikti ona göre o anki kare. İçinde bulundukları durum, eğlenceliydi işte. Yani... Ucundan dönülen bir ölümü saymazsa tabi...
Ona en komik gelen şey ise, sanki asansörü bilerek "o" bozmuş gibi, patronunun, sırtını sıvazlayarak ona teşekkür etmesi olmuştu. Yahu, alt tarafı yirmi dakika idi! Yirmi dakikada, nasıl bir mucize gerçekleşmiş olabilirdi ki! Eh, farkı bulamamıştı...
Toplantı ise bambaşka bir olaydı...
Çünkü sunumu ekibinden birinin yapmasına izin verip, bazı noktalarda fikir beyan etmek dışında tek yaptığı, adamı izlemek olmuştu.
Tebessümü silindi, kaşları çatıldı. Ama sinirden değildi...
Birazcık utanıyordu bu gerçekten. Ama ne yapabilirdi! Hem o Noel günü, o dükkânda, hem de öncesinde, asansörde tanıdığı adamla, toplantı salonundaki adam arasındaki fark, barizdi nitekim. Kendini, bu farkı gözlemlemekten alıkoyamamıştı. O kadar detaycı, o kadar odaklıydı ki adam çalışırken, tek mimik oynamıyordu yüzünde. Sadece birkaç kez... Adamı izlerken yakalandığı ve göz göze geldikleri birkaç küçük an... O anlarda, adamın gözlerine yıldızlar inivermişti, dudaklarının kenarlarını, tüy kadar hafif tebessümler yalarken.
Derin bir nefes alıp verdi.
Hayır, kendini kandırmayacaktı artık! Yeteri kadar sürdürmüştü bunu! Karşı koyamadığı, adamı daha yakından tanımaya duyduğu kuvvetli güdüydü. O kadar yakından tanımak istiyordu ki onu, yeryüzünde ona en yakın olan canlı, kendisi olsun istiyordu. Kaldı ki, artık buna vakti de olacaktı. Onların projesiyle yola devam edeceklerdi. Bu da demekti ki, adamla birlikte çalışacaklardı.
Bir kez olsun izin verecekti kendine. Bir kez olsun, peşinden gidecekti bu duygunun. Boğun eğdiği o normları, bir kez olsun görmezden gelecekti. Mutluluğunun nereden geleceğini bilemiyordu. Ama eğer o mutluluk Mew ise, ilk defa, geride durmayacaktı.
Aklı ailesine gitti bu sefer de...
Kız kardeşinin yanında duracağından neredeyse emindi. Annesinin bu duruma içerleyeceğinden de... Ama annesini tanıyordu da, kıyamayacaktı ona! Hem bunları düşünmek için de oldukça erkendi. Sadece, bu defa kaçmayacaktı işte! Eğer Mew, "O" kişiyse de, bırakmayacaktı onu...
Eh, toplantı sonrası Amerika'ya geri dönmüşlerdi ama geri geleceklerdi de...
Gecesini Mew'in hülyalarıyla geçirip, ertesi güne bu hülyaların, bedenine yansımalarıyla uyandığı günden, tam bir hafta sonra, tekrar gelmişti o heyet. Bu kez biraz daha kalabalık bir şekilde...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ökse Otu
RomanceKız kardeşinin, o çok sevdiği, Amerikan yapımı ve Noel temalı Romantik Komedi'lerde geçen, uyduruk bir bitkiydi işte!