Bu bölümler biraz sıkıcı.
Karakterlerin analizini yapmanız açısından gerekli.
Sadece biraz sabır :)
___________________________________________Saye telefonu çıkarıp parmaklarıyla bir kaç kez telefona dokunduktan sonra telefon çalmaya başladı, telefona cevap veren kişi anlaşıldığı kadarıyla yaşı ilerlemiş bir kadındı. Saye bu kadını çok olmasada arardı ara sıra. Konuya nasıl gireceğini bilmiyordu. Öyle böyle konuşmaya başladı, sesine biraz metanet, biraz da asalet ekledi. Bu ses tonu her zaman işe yaradı.
"Evet... öyle zaten... hı hı... anladım... yaa... anladım... çok teşekkür ederim... çok yardımcı oldunuz. Sakıncası yoksa bu konuşma aramızda kalsın... iyi günler."
Kapattı telefonu. Tahmin ettiği gibi bir şeyler tersti. Abisi gece geç saatlerde eve geliyormuş, bazen yanında kadınlar oluyormuş. Bazen bir kaç tane serseri ile geliyormuş, gidip sabaha kadar içiyorlarmış. Çöp kutusu hep içki şişeleri ile dolu oluyormuş. Asıl dikkat çeken husus ise, bir kaç defa kapısına aynalılar gelmiş. Tefeciler filan yani. Aynalılar tefeciliğin uyuşturucu boyutudur. Bir kaç kez dayak atmışlar. Aradığı kadının oğlu biliyormuş bunların hepsini. Şimdi Saye vereceği paraların nereye gideceğini az çok kestirebiliyodu. Gerçi annesi öldükten sonra abisine bir haller olmuştu. Demek iş buralara kadar gelmiş. Saye bir an endişelendi. Her an her şey olabilirdi. Şimdi gidip akşam yemeği için bir şeyler hazırlamalıydı, abisi geldiğinde bir bahane bulursa, işler iyice çığırından çıkardı. Kalkıp mutfağa ilerledi. Bazen içinde anlamlandıramadığı bir şeyler hissederdi. Kötü bir şeyler... Derin bir iç çektikten sonra işe koyuldu. Bir an eli istemsizce boynuna gitti, annesinden kalan biricik kolyesi hala oradaydı... Hemen gidip içeride bir yere saklamalıydı kolyeyi, eğer abisi görürse tanıyabilirdi bu kolyeyi. İşte o zaman ortada kolye diye bir şey kalmazdı. Odasına gidip sakladı kolyeyi hemen. Bu aralar dertleşecek birilerini aradı, ama nafile. Çünkü şu gönlünün istediği tek bir kişi vardı. İşte bu çok zordu. Saye az sonra sofrayı kurdu, abisiyle yemek yemek istediği son şeydi, ama mecburdu. Abisi kapıyı itici bir eda ile çaldı. Saye yerinden kalkıp usulca kapıya doğru ilerleyip yavaşça araladı, abisi Saye'nin yüzne bile bakmadan içeriye girdi.
"Hazır mı yemek ?"
"Hazır."
"İyi." Dedi Selim. Sofrayı küçümseyen gözlerle süzdükten sonra "ne biçim bi sofra bu." Diye geçirdi içinden. Keşke dışarıda yeseydim diye düşündü. Ama bu aralar para harcamamalıydı Selim. Yani bu aptal kızın yemeklerine kalmıştı. Şu işi atlatabilseydi bir saniye bile durmazdı burada. Sofraya oturduktan bir süre sonra, Selim Saye'nin Sudeyi ne kadar çok sevdiğini merak etti.
"Saye."
"Efendim."
"Şu Sudeyi ne kadar çok seviyorsun?" Saye endişeli gözlerle baktı abisine, hemen gözlerini devirdi. Bildiği ve emin olduğu tek bir şey vardı. Abisi eğer onun Sudeyi sevdiğini öğrenirse, kesinlikle bu sevgiyi kullanacaktı. Hemde kötü amaçla.
"Bilmem, arkadaşım işte. O kadar." Dedi Saye soğuk bir edayla.
"Anladım." Dedi Selim. Bu cevaptan anlaşılıyordu ki, Saye Sudeyi çok seviyordu, bu sevgiyi kötüye kullanmaması için yalan söylüyordu Saye. Ama işe yaramamıştı. Şimdi elinde iki koz vardı. O arada eline telefonu alıp Sudeye şöyle bir mesaj yazdı,
"Sude, bilmeni istediğim bir şey var. Saye ile sohbet etmeye çalışıyordum. Bu gün onu çok özlemiştim de.
Benimle bir türlü konuşamadı ve beni tersledi. En sonunda senden bahsettim biraz. Onu çok seviyorsun değil mi ? Dedim. Bana "bilmem arkadaşım işte o kadar." Dedi. Anlaşılan seni pek sevmiyor. Ona dikkat et. Bana yaptıklarını sana yapmasın. Senin için endişeleniyorum Sude." Evet birinci kozu kullandı, ikincisi ise Saye'nin Sudeyi abisinden bu kadar çok korumaya çalışmasıydı. Selim'in keyfi yerine geldi. Saye o sırada "ne yazıyor bu acaba?" Diye düşündü. Aklına bir fikir geldi. Abisi uyuyunca gidip mesajlaşmalarını okuyacaktı. Hele ki Sude ile ne konuştuklarını çok merak ediyordu. Eğer çaktırmadan bakabilseydi işi çok kolay olurdu. Sonuçta insanlar haberleri olmadıkça asla üzülmez, tepki vermezlerdi. O yüzden haberinin olmdığı bir şeye karşı önyargı besleme. Bu seni sadece cahil yapar. Saye düşüncelerini zihninin tozlu bir rafına itinayla itti. Şimdi sofrayı toplamalıydı. Dışarıda hafif esen soğuk bir rüzgar vard. Hiç dikkatinizi çekti mi ? Dereler denizler sesler çıkarıyor, ağaçlar hışırdıyor, rüzgar esiyor, hayvanlar avazları çıktığı kadar bağırıyorlar, gök gürlüyor, sinekler bile uçarken az da olsa vızıldıyor. Sanki hepsi bir şeyler anlatmak istiyor. Ne mutlu anlatılanları duyana, ne mutlu sonsuz olabilene. Her şey hiç durmadan hareket ediyor, bir telaş içindeler. Çünkü yangından haberleri var. Ne mutlu yangından haberdar olanlara. Ay şimdi gökyüzünde bütün ihtişamıyla parlıyordu. O ki ışığını en sevdiğinden almıştı. Sanki almış insanların bağrına dizdiği raflardan bir kitap, bulutlara okuyor. İnsanlar yol bulsun diye aydınlattığı yolları, insanlar yanlış yollara gitmekte kullanıyordu. Ne mutlu ayın hicranının farkında olana.
***
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAYHA (Ara Verildi )
Teen Fiction"Klasik" bir kitap değil, deli kafamın ürünü. (Ara verildi eğer beğeni gelirse devam edicek yazar notu. 27/06/22)