***
Avucumda bir krizantem vardı.
Jongin onu benden almıştı.***
Vücudumun tamamı kayanın ıslak ve soğuk yüzeyini hissederken son hatırladığım şey avucumdaki güzel çiçekti. Etrafıma bakındım. Başımdaki ve gözlerimdeki ağrıya rağmen uyanık kalmaya çalıştım. Ölesiye korkuyordum çünkü. Gözlerimi kapatmaktan ve bir daha açamamaktan.
Düştüğüm kayanın üzerinde öylece yatıyordum. Başımdaki yara kapanmıştı ama keskin kan kokusu burnuma çarpıyordu. Doğrulmaya korkuyordum. Geriye baktığımda bedenimi kayaların üzerinde yatarken görürürüm diye hareketsiz yatıyordum.
Ateşim vardı. Vücudum yediğim soğuğu, dalgaların ayaklarıma çarpmasını ve gökyüzünün korkutucu karanlığını hala hissetse de beynim yaşanan şeylerin gerçekliğinden şüpheliydi.
Gerçekten onunla karşılaşmış mıydım bilmiyordum.
Beynim ve kalbim korkunç bir savaş içindelerdi. Bana bakışı, ciğerlerime dolan kokusu, alnıma bıraktığı busenin sıcaklığı ve saçlarıma dokunan parmakların hissettirdiği senelerin bile değiştiremeyeceği o his... Hepsi gerçekti, gerçek gibiydi. Fakat... Aklım almıyordu işte. Belki de başımı çarptığım için kısa süreli baygınlık yaşamış ve beynimin bana oyunlarını gerçek sanmıştım.Kendimi zorla toparlayıp yattığım yerden kalktım. Gömleğim üstüme yapışmıştı. Berbat haldeydim. Korka korka ardıma bakındım. Neyse ki bir ceset yoktu. Yani hala yaşıyordum ve tek parçaydım. Elimi başıma götürüp ağrıyan yeri ovmak istemiştim ama parmaklarım henüz yüzümün hizzasındayken durdum. Islanıp elime yapışmış yaprağı tenimden ayırdım. Bu krizantem yaprağı yaşadıklarımın gerçek olduğunun tek kanıtıydı. Elimde eriyip yok olduğunda onu da kaybettim.
Gök gürledi. Şimşekler geceyi aydınlatırken zorlukla ayakta durabildim. Bu fırtınada dışarıda olan tek kaçık bendim. Bu yüzden de deniz beni almaya pek kararlı gözüküyordu. Hırçın dalgalar beni düşürmeye çalışırken, rüzgar beni suya doğru itiyordu. Yine de pes etmeyip ona karşı durdum. Merdivenleri tırmanıp sahilden iyice uzaklaştığımda tekrar yağmur yağmaya başlamıştı. Adımlarım beni dosdoğru evime götürürken pencerelerinden beni izleyenleri görmezden geldim. Kendimden başka hiçbir şey düşünmek istemiyordum.
Ölümden dönmüştüm.
Ancak bu gece yaşadıklarım beni en iyi ihtimalle birkaç gün yataklara düşürecekti. Apartmana girdiğimde önce biraz soluklandım. Göğsümde bir ağrı vardı. Soğuk beni mahvetmişti. Birkaç kez hapşırdıktan sonra merdivenleri dünyanın yükünü taşıyormuş gibi tırmanmaya başladım. Nefesim kesiliyordu. Sürekli durup dinlene dinlene epey uzun bir sürede kapımın önüne vardım. Sonra da kapımın önüne oturuverdim.Evden çıkarken aklım kim bilir neredeydi? Kapıyı çarpıp çıkarken yanıma anahtar falan almamıştım. Belki de içten içe geri dönemeyeceğimi hissetmiştim. Dönemeyecektim de. Eğer Jongin beni ölümün kıyısından almasaydı.
Yaşadıklarım akıl mantık dışı olsa da henüz kafayı yemediğimi biliyordum. Elimde eriyen o yaprak en büyük kanıttı çünkü.
Jongin öleceğimi biliyordu. Benimle orada buluşmuştu. Peki şimdi neredeydi? Neden yanımda değildi? Hem üşüyordum hem de korkuyordum. Gözlerimi tekrar açtığımda yanımda olsa, beni kayalıklardan alıp evime getirse olmaz mıydı? Üstüne üstlük bir de bu halde kapıda kaldım. Gidecek hiçbir yerim yok. Ne yapacağım şimdi?