Bölüm 3: Bir Eylül sabahı

122 43 34
                                    


Günümüz...
Sessizliğin esiri olduğum şu zamanlarda, tek bir cümleyle yaşamaya çalışmak hiç olmadığı kadar zordu benim için. Yatağın solundaki boşluğa uzun bir süre baktıktan sonra bakışlarımı pencereye çevirdim. Sararmaya yüz tutmuş yapraklar, düşmemek için son mücadelesini verircesine güçsüzdü. Belki de o yapraklarda kendimden bir şeyler bulduğum için dikkatimi çekmişti. Sahi hangi sabaha uyanmıştım bugün? Takvim hangi yaprağında sabitlenmişti? Akrep ve yelkovan hangi sayıların üzerindeydi?

 Çıplak ayaklarımı yataktan sarkıttım. Kasvetli havanın bana sunduğu koyu gri ışık, tüm solukluğuyla odamda gezinirken, uyumaktan ağırlaşmış gözlerimi eşyalarda gezdirdim. 

 Yeni bir düzene alışmak zorunda olduğum düşüncesi, omuzlarımda tonlarca ağırlık varmış gibi hissettiriyordu. Çünkü ''Alışmak'' benim için yedi harften oluşan bir kelimeden çok daha fazlasıydı. Ağır ağır indiğim merdivenler, soğuğun keskin sızısını parmak uçlarımda hissettiriyordu. Fakat bu umursadığım son şey bile sayılamazdı. 

 Esen rüzgardan başka ses olmaması, evde yalnız olduğumun kanıtı gibiydi. Aktuğ ne zaman gitmişti bilmiyordum. Ama salona sinen yoğun sigara kokusundan çok da uzaklaşmış olamayacağını anlamıştım. Küllüğe yapıştırdığı ufak not kağıdı gözüme iliştiğinde, içerideki kokuya aldırış etmemeye çalışarak kağıdı elime aldım.

''Uyandırmak istemedim. İstanbul'a dönüyorum.''
Kağıdı buruşturup küllüğün içine attım. Aktuğ'un bu hallerine alışkındım. Bu yüzden sessiz sedasız gitmesine şaşırmamıştım. 

 Dün konuştuklarımızdan sonra bugün yanımda olur diye düşünmüştüm sadece. Ama yine de ona kızamadım. Sorumsuz tavırlarımla bıkmadan ilgilendiğinin farkındaydım. Her ne kadar benimle bu kadar ilgilenmesini istemesem de o, bitmek bilmeyen ilgisini daima hissettiriyordu ve ben kendimi ona karşı her geçen gün daha da borçlu hissediyordum. 

 Günün en sevdiğim öğünü olan kahvaltıdan vazgeçerek odama çıktım. Hayatımdaki çoğu kararı kendi başıma versem de psikolog mevzusunda Aktuğ'un lafı üzerine laf söyleyememiş ve istemeyerek de olsa bu karara razı gelmiştim.

 Dolabımın kapaklarını sonuna kadar açıp içerisindeki onlarca kıyafete göz gezdirdim. Kombin olaylarına çoğunlukla takılmasam da ne giydiğime her zaman özen gösteren biriydim. Çünkü biliyordum ki dış görünüşüm benim kişiliğimin yansıması gibiydi. 

 Elime aldığım beyaz bir tişört ve kot pantolonu hızlıca üzerime geçirdikten sonra, sırt çantamın kenarına astığım ceketi de alıp evden çıktım.

 Arabamın içine girdiğimde, alışık olmadığım gerginliği parmak uçlarıma kadar hissedebiliyordum. Bu duruma psikolog mu yoksa ilk okul gününün mü sebep olduğuna henüz karar veremesem de psikoloğun daha ağır bastığının farkındaydım. 

 Her şeyi içinde yaşayan biriydim. Az konuşur, hiç dinlemez ve çok okurdum. En azından bu birkaç senedir böyleydi. Yolcu koltuğuna bıraktığım telefonumun rahatsız edici melodisi arabanın içine yankılanırken o zamana kadar hiç bu sesin bu kadar rahatsız edici olduğunun farkına varmadığımı düşündüm. Dikkatimi yoldan ayırmamaya çalışarak gelen aramayı cevapladım.
''Efendim.''

''Güzel kızım.'' Telefonun ucundaki babamın sesini duyana kadar, kimi aradığına bakmadığımı fark etmiştim. ''Nasılsın güzelim '' diyerek devam ettirdi konuşmasını.

''İyiyim baba sen nasılsın.''

''İyiyim ben de'' derin bir nefes aldı, canının bir şeylere sıkkın olduğunu anlamamı ister gibi.

''Pek öyle anlaşılmıyor sesinden'' dediğimde sinyal verip sağa dönmüştüm.

''Sadece yokluğuna henüz alışamadım. '' Bu cümlesiyle gitmemi istemediğini belirten konuşmasını hatırlamıştım.

ARAYIŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin