ACI

706 62 77
                                    

Ne kadar geçmişti gidişinin ardından? 3 gün? 2 hafta? Belki de 1 ay...
Zaman akmaya devam ettikçe kalbimdeki yara geçmek yerine daha da kanıyor, gün geçtikçe ölenle ölmeye devam ediyordu.

Yatağımızda onun kokusuyla uyumayalı ne kadar zaman olmuştu? 2 hafta? 1 ay? Belki de 6 ay...
Zaman akmaya devam ettikçe her gün tekrar ettiğim anılarımda yüzü daha da siliniyor, beynim onun yokluğunu kabul etmeye başlıyordu.

Kokusunu duymadığım günler uykusuzlukla sabahlıyor, güneşin doğuşunda ağlayarak içiyordum. Dolabından alıp koklamaya kıyamadığım kıyafetlerine dokunuyor ve kokusunun gitmemesi için çok dikkatli davranıyordum.

Ne kadar olmuştu ona dokunmayalı? 1 ay? 6 ay? Belki de 1 yıl...
Zaman geçtikçe sıcaklığına olan özlemim büyük bir hasrete yığınına dönüşüyordu.

Göz yaşlarımı sunabildiğim tek eşyasıydı uyuduğu yastığı, uyuyabildiğim günlerde tek tesellimdi o kumaş parçasına sarılmak...

° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° °

Ecel gibi bir sabaha daha içkiyle merhaba demişti bedenim. Göz yaşı kalmayan gözlerimin sızısı kim bilir kaç gündür devam ediyordu. Fakat kimin umrundaydı ki bu? Ben güneşime bakmaya devam ediyordum her zamanki gibi.

Tahta kapı her zamanki saatinde tıklatıldığında içkimden son kalan yudumumu dikledim. Kapının açılma sesini adım sesleri takip etmişti. "Lütfen yemeğinizi yiyin efendim..." Yükselişine deli bir hayranlıkla bakarken güneşin arkamdakinin gittiğini bile fark etmemiştim.

İçkimin bittiğini bilmeme rağmen boş kavonozu diktim kafama. İçine bir bakış attım, hislerim gibi boş olması ironik bir şekilde gülmeme sebep olmuştu. Arkamda duran masaya koydum elimdekini, hemen yanında yemek durduğunu fark etmem zamanımı almıştı. Umursamadan yatağın yanındaki torbayı alarak çıktım dışarı.

Etrafta kimsenin bulunmamasına mutluluk duyaraken ağacın dibinde zıplayan tavşanlara yöneltim kendimi.

Büyük olanlar ayaklarıma kadar gelselerde küçükler korkarak uzaklaşıyordu benden. Torbadan çıkardığım bir yeşilliği yavrulardan birine uzattıktan sonra beklemeye koyuldum.

Yavaş yavaş gelişi, küçücük burnunu uzatıp yemek olduğundan emin oluşu... Karşımdaki küçük ve tatlı yaratık bu dünyaya göre fazla saf ve temizdi.

Elimdekini yere bırakıp bir kaç yiyecek daha koyduktan sonra yanlarına dışarı yöneldim, ormanlık alana.

Sadece ikimizin bildiği o eşsiz alana vardığımda etrafa baktım bir süre. Çayırlık ve yüksek... Rüzgarın size en karanlık sırlarını fısıldadığını duyabilir ve onunla bu dağlık alanda ölüm dansına tutulabilirsiniz. Sizi büyük bir şefkatle uçuruma sürükledikten sonra düşüşünüzü büyük bir heyecanla izlemeye devam eder burdaki rüzgar.

Torbamı yere bırakıp içindekini çıkarttığımda etrafımda yeni açan çiçeklerin sallanmalarının artığını fark ettim. Bugün tepeteki güneş ve esen rüzgar için bir kurban verilecekti, anlamışlardı.

Melodiler çıkmaya başladığında fülüdümden ormanın içindeki kaybolan çığlıklar duyulur olmuş, yalvarmaya başlamışlardı bile. Hepsi birer kayıp ruhtu ve onları çağıracak kahramanlarını bekliyorlardı. Ben ise kayıp olup olmadığını bile bilmediğim bir ruha şarkı söylüyor ve gelmesini umut ediyordum...

Her çıkan nota kendi hikayesiyle onu çağırıyor ve ağıtlar yakıyordu fakat nafile. Ne o ruh geliyordu ne de ona ait herhangi bir şey...

Yok oluşundan beri her yolla çağırdığım onu. İyi, kötü, ölümcül... Her yoldan gelmesini diledim ama o hiç birine cevap vermemeyi seçiyordu daima...

Yanaklarımdan süzülen ılık su damlacıkları durmaksızın akıyor, şarkıma eşlik ediyorlardı. Ne kadar umutla çalarsam o kadar şiddetleniyorlardı, sanki durmamı haykırıyorlardı...

Nefesim yetmeyince dek çalmaya devam ettim ve o da cevap vermemeye inat ettmişti sanki.

Çatlayan dudaklarımdan uzaklaştırdığımda fülüdü dizlerimin üzerine çöktüm. Elimdekine baktım, bir kaç melodisiyle sekt yıkan bu alet, biriyle konuşmamı bile sağlayamıyordu artık.

Sinirle fırlattığım fülüt çalılıkların arasına düşerken ben sadece önüme bakıp çığırarak ağlıyordum. Haykırışlarıma havalanan kuşlar; kaçan sincaplar, ceylanlar şahit oluyor ve belkide bazıları benimle beraber ağlıyordu.

Göz yaşlarım tekrar tükenip, beynim sakinleşince geri döndüm evime, sevmiyorum diyip onun için kaldığım bu yere...

Girişte beni bekleyen bazı tanıdık simalar olsada görmemezlikten gelmeyi tercih ederek yanlarından geçtim.

Kolumun sert bir şekilde tutulmasını beklemediğim halde şaşırıp da arkama bakmadım. "Bu şekilde yaşayamazsın!" İçimden gelen çılgın kahkahamla döndüm sesin sahibine, her zamanki gibi ciddi ve sinirliydi. Acı dolu gülümsememi sunmaya çekinmiyordum artık "Hala yaşadığımı düşünüyor musun gerçekten?.." Kızgın gözlerinin yerine gelen şaşkınlığın yayılışını saniye saniye izliyordum.

Kolumu sıkıca tutan elini yavaşça geri çektiğinde gözlerim çoktan dolmuştu. Çimenlere bakarken görüşümün kararmaya başladığını fark ettiğimde kaldığım odaya doğru yürümeye başladım.

Kafam kaldıramayacağım kadar ağır geliyor, önüme dahi bakamıyordum. Dengesiz adımlarla toprağa bakarak giderken beyaz çizmeli birinin yolumda olduğunu fark ettim. Etrafından dolaşacak bir dengeye sahip değildim, bu yüzden ona ikazda bulunmaktan başka seçeneğim yoktu. "Her kimsen çekil yolumdan..." Put gibi dikilmeye devam edişi sinirlerimi bozmuştu.
Son enerjimle kaldırdım kafamı.

Şokla fal taşı gibi açılan kızarık ve sulu gözlerimden bittiğini sandığım o ılık ve tuzlu sıvı tekrardan süzülmeye başlamıştı.

Bu kadar yakından ne zaman bakmıştım en son ona?

Altın gibi parlayan gözleriyle hapsederken beni, zifir rengi saçları rüzgarın etkisiyle dalgalanıyordu havada. Uzun zamandır duymadığım sandu kokusu her yeri kaplamış, belki de asırlardır gülümsemeyen dudaklarımı yukarı doğru kıvırmıştı.

Gerçek olup olmadığını bile bilmediğim bu güzellikten gözlerimi ayırmak dahi istemiyordum, tekrar gitmesinden korkuyordum...

Zar zor bedenimi taşıyan halsiz bacaklarımla bir adım attım. Titreyen elimi uzatırken aynı ritimde titreyen dudaklarımdan tek bir isim çıkabildi "Lan Zhan..."
Ama dokunamadan görüşüm karanlığa karıştı.

° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° ° °
Yüzünü görmeyeli ne kadar süre geçmişti? 6 ay? 1 yıl? Belki de 2 yıl...
Yüzünü unuttuğumu o an anlamıştım, elimi ona uzatıp dokunamadığım zaman...

En son ne zaman çağırmıştı beni? 1 yıl? 2 yıl? Belki de 3 yıl...
Son anında söylediği son kelimeydi 'Wei Ying'... Bu kelimeye hazine gibi bakmalı mıyım? Yoksa ölümünün sebebi olarak görüp yok mu etmeliydim bilmiyorum. Tek bildiğim bu lanet ismi söylerken gülümsemesiydi...

Özür dilerim sevdiğim;
Sen beni 16 yıl beklerken ben seni bekleyemedim...

Özür dilerim sevgilim;
Sen beni koruyabilirken ben seni koruyamadım...

Özür dilerim eşim;
Sen benim yaşam sebebim olurken ben senin ölüm sebebin oldum...

Bana verdiğin her şey için teşekkür ederim ama şimdi yapacağım şey için özür dilerim...


Lütfen Beni Affet

Mo Dao Zu Shi // ACIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin