Kontrolün elimizde olduğu zamanların aksine bazı zamanlar karanlık bir ormanda kaybolmak gibi kayıp giderdi. Her an birbirine benzer, her birisi birbirine karışırdı. Aynı anlardan oluşmuş farklı zamanlar içerirdi. Tedavi gördüğüm zaman zarfları birbirinin aynısıydı ama hepsi farklıydı. Acılar aynıydı ama acının sebepleri hep farklıydı. Bu keskin koku aynıydı.
"Kımıldamasan iyi edersin." dedi ince bir ses. "Bileğin ve parmaklarında 17 kırık var. Ayrıca iki kaburga kemiğinde de çatlarlar mevcut. Boynundaki yarık şah damarını son saniye ıskalamış. Derini diktik ama kaynaşması için zaman lazım. Anlayacağın kıl payı yaşıyorsun. Bu yüzden iyice dinlenmen gerek." O bana durumumun ciddiyetini anlatırken gözlerimi beyaz tavana diktim. Boynumu hareket ettirmemi engellemek için ilginç bir aletle sabitlemişlerdi çünkü şifacıyı görmek için kafamı çevirmek istediğimde başarısız olmuştum.
Bu yüzden benimle konuşan şifacıyı dinleyerek gözlerimi kapattım. Anlattıklarının aksine canım yanmıyordu. Belki de vücudumu hissetmediğim içindi. Gözlerim dışında hareket ettirdiğim pek bir yerim yoktu.
"Tabii ki sana ağrı kesiciler verdik. Ama sen yine de kımıldama. Ve dinlenmene bak."
...
Ayak parmaklarımın altında hissettiğim zemini daha öncesinde tanımıyordum. Sertti. Bir taş gibi ama kaya olamayacak kadar büyüktü. Çok büyüktü. Ve dümdüzdü. Pütürlü yapısını saymazsak kapkara kocaman bir düzlüktü. Bakışlarımı çıplak ayaklarımdan ilerisine çevirdim. Bu düzlük bir toprağın üzerine yayılmıştı. Sonu olmayan bir dikdörtgen gibi görebildiğim toprak boyunca devam ediyordu. Ortasında şerit halinde kesik kesik beyaz çizgi geçiyordu. Bildiğim tanıdığım yollar gibi şekillenmişti. Ama bu bir kayaydı. Toprağı kaplamıştı. Çizgiler gitmem gereken noktayı gösteriyor gibi hissettiğim için ilerlemeye başladım. Birkaç adım sonrasında güçlü bir sesle yerimden sıçradım.
Ona bakmak için döndüğümde güneş ışığı gözlerimi kamaştırdı. Çok parlaktı. Ve onu engelleyecek hiçbir şey yoktu. Bir ağaç ya da kulübe etrafımda hiçbir şey yoktu. Güneş direk benimle irtibata geçmişti. Sonunda ona alıştığımda daha büyük bir şaşkınlıkla bakmaya başladım. Büyük bir sesle beni uyaran şey kocaman bir metal yığınından ibaretti. Sadece metal değil parlak bir metal ve camlar vardı. Bu metalin at arabalarında olduğu gibi bir kapısı bulunuyordu. Ama kapı çok daha sağlamdı. Şeffaf camından hayal meyal görebildiğim adam koltuktan kalkarak kapıdan çıktı ve yanıma geldi. Atları olmayan gelişmiş bir at arabası... "Hanım efendi iyi misiniz?" Bir gömlek, pantolon ve şapka giymiş bu adam benim için endişeli gibiydi.
Koluma dokunduğunda iyi niyetli olduğunu düşündüğüm bu adamı neden ittiğimi bilmiyordum. Ama kendimi koruma içgüdüsünden ayrılamıyordum. Sanki içten içe tehlikede olduğumun farkındaydım. Yabancı bir yerdeydim. "Özür dilerim." Dedi adam ellerini havaya kaldırarak zararsız olduğunu göstermek istedi. Bildiğim, gördüğüm erkeklerden çok farklı giyinmişti. Pantolonunun neden o kadar sert ve dar bir kumaşı olduğunu anlamamıştım. "Sana zarar vermeyeceğim. İyi misin?" Kafamı sallamakla yetindim. "Yolun ortasında ne işin var?" Yol dediği şeye tekrar kafamı çevirerek baktım. İlerisini göremiyordum. Nereye gidiyordu bu büyük yol? "Dilimizi biliyor musun?" Diye sordu bu sefer. "Kayıp mı oldun? İsmin ne?" Sorularına devam edeceğini anladığımda tekrar arkama dönüp yürümeye başladım. Onu ve sorularını yok saydım.
Yolun sonuna gitmem gerekiyordu. Cevaplarımı ancak bu şekilde bulabilirdim.
...
Gözlerimi tekrar açtım. Ağrı kesicilerin zihnimi bulanıklaştırdığını ve gördüğüm saçma rüyanın etkisini düşünmeye başladım. Sanki birkaç saniyeliğine buradan çıkıp farklı bir yere yolculuk yapmıştım. Bu bir sanrı olsa bile hissiyatı etkisinden çıkmamı zorluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kraliçe Arı
AdventureZamanın ötesinde büyünün varlığını sürdürebildiği topraklarda bir lanet ile artık çocukları olamayacağını ve ülkelerinin sınırlarından ileriye gidemeyeceklerini öğrenen topluluk kendi kurallarını koyarak hayatta kalmaya devam ederler. Yıl boyunca s...