"Ne yapıyorsun burada?" dedi kaba ses tonuyla, kaşlarını çatmıştı gayet sakin gözüküyordu.Ardındaki konuşmaya başladığında gözlerimi ona çevirdim. İri cüsseli, zebaniden farksız bir korkutuculuğa sahipti. Esmer biriydi, sakalları uzun ve saçları kısaydı.
"Ne duydun?" Pot kırmıştı. Matem keskin bir nefes çektiğinde mesajı anlamış olacak ki yutkundu. "Yani," dedi sıkıntıyla. "Bizi mi dinliyordun?" Bir pot daha kırdığında elini sakallarına attı. "Benim işim var." Hızla uzaklaştığında Matem ardından baktı. Koridor boyu ilerledi ve sağdaki merdivenden döndü.
Başımı sağ omzumun üzerinden kaldırıp Matem'in gözlerine baktım. Dudağının iç kısmını kemirirken tehlikeyi kucaklamış gözleri gözlerimdeydi. Elini sol yanıma yasladığında tepki vermeden duvara yaslandım.
"Şimdi," dedi sakince. Fırtına öncesi sessizlik miydi bu? "Neden işinin başında değilsin?" Küstahça hesap sorması içimde kıvılcımlara sebep olsa da sinirlenmemeyi seçtim.
"Şimdi," dedim sağ tarafa kayıp ondan uzaklaşmak isteyerek. Diğer kolunu da duvara indirdiğinde gözlerimi kapattım. Derin bir nefes aldım. O kadar korkuyordum ki birkaç saniye içinde dizlerimin bağı çözülebilirdi.
Gözlerimi açtığımda içimdeki korkuyu yok etmiş olmayı umdum. "Neyi duymamdan bu kadar korkuyorsunuz?" Kaşlarımı cüretkâr bir biçimde kaldırdığımda bir adım atıp aramızdaki mesafeyi kapattı.
"Sessiz olacağını bilmen gerekiyor," dedi boğuk sesiyle.
"Ne yapacağımı ayırt edecek yaşta olduğumu bilmen gerekiyor." Omzunu iterek çıkmak istediğimde biraz daha yaklaştı.
"Neyin yanlış, neyin doğru olacağını da?" dedi neredeyse fısıldayarak. "Değil mi?"
Dudaklarımı birbirine bastırdım ama biraz daha kuvvet uygularsam titremekten dişlerim kırılacaktı ve asıl o zaman dudaklarımı daha sıkı kapatmam gerekecekti.
"Seza," dedi uyarır bir tonla. Ne geri gitmişti ne de yerinden kıpırdamıştı. "Bir sır daha bırakmıyorum sana." Siyaha dönmüş gözlerine baktım dikkatle, uzun kirpikleri gözüme çarptığında ne kadar güzel olduklarını fark ettim. Nefesim boğazımda tıkanırken gözlerimi kırpıştırdım.
"Ne?" dedim cümlesine anlam veremeyerek.
Gözlerinde tehlike şaha kalktı, yüzü bununla ışıldadı ve dolgun dudaklarının tek kenarı kıvrıldı. Üstten bana bakarken tek elini indirdi, çenemi kavrayıp kaldırdı ve rahatça ona bakmamı sağladı.
"Büyük bir çıkmazın kucağındasın," dedi yüzünü yüzüme biraz daha yaklaştırarak. Nefesimi tuttum, kalbim göğüs kafesime en güçlü yumruklarını indiriyordu. "Ve Seza, şu an bana muhtaçsın."
"Ne?" dedim hiddetle. Cümlesiyle, zihnim durmuştu. "Ne saçmalıyorsun sen?"
Gülümsedi. "Bildiklerinden sonra ve de duyduğunu bilen bir adamdan sonra... Konuşabileceğini mi sanıyorsun?" Çenemi parmaklarından kurtarıp anında oluşan boşluktan kendimi diğer tarafa attım. Beni açık açık tehdit ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DUMAN
General FictionTanrı'm. Ya canımı alırsın, ya bana elini uzatırsın ki o el taşların en kıymetlisi elmastan doğan güneşin sıcaklığını avcuna sıkıştırmıştır. İşlenmemiş, pırlantadan küçük kalbimi koruduğun avcunun sıcaklığını hissetmeme izin ver. Tanrı'm. Donuyorum...