Not: Bu bölümde +18 ögeler yer almaktadır. Eğer 18 yaşından küçükseniz bu bölümü okumayınız.
Köşkün ön bahçesine yalpalayarak yürüyen Pearl bir yandan da etrafını kolaçan ediyordu. Onu kimse burada görmemeliydi. Başını sola çevirdiğinde üzerinden atladığı yüksek, taş duvarları gördü. O aşağılık herifin atına elbette ki bakmayacaktı, bu yüzden duvarın arkasına geçebilmek için ayağını çıkıntıya yerleştirdi ve kendini bir çırpıda duvarın üstüne attı. Dengesini kaybedip sendelese de duruşunu düzeltti ve duvara oturup yere baktı. Bir an önce buradan gitme arzusu ağır basıyordu. Kendini yeşilliklerin arasına bıraktığında dizlerinde anlık bir acı hissetti. Bu ayaklarının yere paralel bir şekilde basması mıydı yoksa az önce olanların etkisiyle hissettiği acı mıydı? Kendini toparlayıp gelirken geçtiği patika yola ilerledi. Elini yüzüne götürüp gözlerini ovdu, tüm yaşadıklarının bir kabus olması için Tanrı'ya yalvarırcasına gökyüzüne baktı. Küçükken gittiği kilisedeki bir rahibin "Tanrı bizi her zaman duyar ve bize cevap verir." sözlerini hatırlıyor gibiydi. Tanrı'nın gücünden ve varlığından bir an olsun şüphe duymasa da neden ona bu acıyı çektirdiğini sormak istiyordu. Başını indirip yola bakarak yürümeye devam etti. Uzun yeşil otların arasından geçerken onlardan destek almayı beklermişçesine tutunuyordu onlara. Nefes alışverişi düzensizleşmeye başlamıştı. Gözleri kararıyor gibiydi. Otların arasına kendini hızla bıraktı, şu an ne yürüyecek hali vardı ne de bir şeyleri sorgulayabilecek. Sırt üstü bir şekilde uzanırken gözlerini yukarı dikti yeniden. Baktığı yerde gördüğü şeyin masmavi gökyüzü ve beyaz bulutlar olması gerekirken o, Helen ile yaşadığı güzel anları görmeye başlamıştı. Yüzündeki gülümsemede acının varlığı kendini belli ederken birden o aşağılık herifi görmüştü. Helen ile olan mutlu anlarını bitiren o herifi... Yüzündeki gülümseme solmaya başlarken gözlerinde nefretten başka iz yoktu. Belki de o adamı öldürseydi tüm sorunlarından kurtulurdu. İdam edilebilir, mahkum olarak işkence görebilirdi ama en azından sevdiği kadını böylesine iğrenç bir herifin ellerine bırakmazdı. Helen için idamı bile göze alabilirdi. Nefreti tüm bedenini ele geçirirken dişlerini birbirine bastırmıştı, bu hareketi çenesini belirginleştirdi. "Zengin, pislik bir baron..." Dişlerinin arasından konuştu. Söylediği şeyi yalnızca kendi işitebiliyordu. "...lanet olsun." Elini yeşil, toprak zemine sertçe vurdu. Vurduğu yerden destek alarak ayağa kalkmaya çalıştı. Sırtında tonlarca yük varmış gibi hissederken kendini zorladı ve sonunda başarılı oldu. Sinir, yeşil gözlerinin dolmasına neden olurken patika yol bulanıklaşmıştı. Ayakları onunla gitmemek adına savaş veriyor, genç adam onlara meydan okuyordu. Avare gibi yürürken ne zaman evinin önüne geldiğini anlamamıştı. Küçük, ahşap ve derme çatma yapılmış evinin önünde bir süre bekledi ve bakışlarını evinin yanında bulunan ahıra çevirdi. Biricik aşkının hizmetkarı buraya geldiğinde ne kadar da mutluydu. Şu an ise ruhu bedeninden çekilmiş, gözlerindeki yaşam enerjisi sönmüştü. Her zaman ona mutluluk veren aşk, bu sefer onun sonunu hazırlıyormuş gibiydi. Evin tahta kapısı gıcırtı içinde açıldı ve Pearl'ün tüm huzursuzluğu eve yayıldı. Kıyafetlerindeki çamura aldırış etmeden kendini yerdeki rahatsız yatağına attı. Cebinden Helen'e hediye edeceği yüzüğü çıkarttı. Bunu yaptırabilmek için günlerce aç ve susuz çalışmıştı. Öyle ki kendine yukardan baktığında kilo vermiş olduğunu fark ediyordu. Yüzüğü parmaklarının arasında dolaştırdı ve Brown denen o herife hakaretlerini sıraladı.
***
6 Şubat günü gelmişti. Bugün sevdiği kadın nefret ettiği bir adamla evlenecekti ve o herif Pearl'e davetiye yollamayı unutmamıştı. Ona özel olarak altına da "Temsili bir davetiyedir. İçeri girmene izin yoktur. Sevgiler. " yazdırmıştı. Bundan Helen'in haberinin olmadığını düşündü genç adam. Çünkü o böyle bir şeye izin vermezdi, sevdiği adamın bilerek kalbini kıramazdı. Pearl yattığı yatağından kalkmadan yerdeki davetiye uzandı. Eline alıp biraz inceledikten sonra nefret, yeniden onu hakimiyeti altına almıştı. "Utanmaz herif." Aniden yatağından kalktı ve davetiyeyi fırlattı. Blake köşküne gitmek üzerine evin ahşap kapısından çıktı ve kapıyı sertçe kapattı. Köşede duran siyah saçlı kız hafifçe irkildiğinde genç adam bunu umursamadan köşke doğru ilerledi. Helen'i beyaz elbisesi içinde görmeye hazır olmadığını haykırıyordu beyni ona. Ya da Brown'un onu öperken görmesini... Her şey ona acıdan başka bir şey sunmayacaktı ama o içindeki isteği bastıramıyordu. Helen'i görmek zorundaydı, onun nasıl hissettiğini anlamak zorundaydı. En zor gününde onun bir şekilde de olsa yanında olmak zorundaydı. Belki günlerce kurduğu öldürme planlarını bile uygulayabilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A Story Of Love And Revenge || +18
Historical FictionFransa'nın başkenti Paris'te yaşanan bir aşk ve intikam hikayesi... Güzelliğiyle bütün sosyetenin dilinde olan Helen Blake, ailesinin baskısıyla Matthew Brown'la evlenir. Pearl Valastro'ya delicesine aşık olan genç kız, sevdiğinin hayatını kurtarabi...