"çay ister misin oğlum?" annesinin sorusunu kafasını allak bullak eden düşünceler yüzünden duyamamıştı taehyung. abisinin koluna dokunup "cevap versene lan" demesi ile düşüncelerinden anca sıyrılabilmişti. son birkaç saattir sabah gördüğü kahküllü kız düşüncelerine fazla müdahale ediyordu.
"hayır anne, sağol. sen gel bir otur bakalım, uzun zamandır konuşamıyoruz seninle." diyerek annelerini aralarına almıştı taehyung.
jin ise fırsattan istifade annesini tamamen kendine çekerek sarılmış ve taehyung'dan uzaklaştırmaya çalışmıştı. taehyung'un kıskanç bakışları ve annelerinin şen kahkahası ile ortam ısınmıştı.
iki kardeş tıpkı çocukken olduğu gibi annelerini birbirlerinden kıskanıyordu. annelerinin ise epey hoşuna giden bu durumun uzun zaman sonra tekrarlanması ile herkes geçmişi anımsamıştı. aslında her şey aynıydı eskiyle. belki de aralarından ayrılan aile bireylerini saymazsak, değişen tek şey zamanın kendisi bile denebilirdi. lakin onları bir başına bırakıp öbür dünyaya göç eden abilerini yok sayarak eskisi gibi yaşamaya çalışmak; onun anısına hakaret gibi geliyordu.
en büyük çocuğunu kaybeden anneleri için ise durum çok daha vahimdi. onların abilerini kaybettikleri zaman yaşadıkları acı ile bir annenin evladını kaybettiğinde yaşadığı acı kesinlikle kıyaslanamazdı. hala evladının acısını yaşayan kadın yeni yeni toparlanmaya başlamıştı.
toparlanmak için önünde uzun bir yol vardı, ve geride kalan iki çocuğu onu asla yalnız bırakmayacaktı. bundan emin olan bayan kim; ufak bir tebessüm ile gözlerini kapadı ve evlatlarını daha da bağrına bastırdı.
≛
kim ailesinin 'aile yemeği' umuduyla toplanıp yine iş yemeğine dönen sıkıcı buluşması jisoo için facia ile devam ediyordu. şarjının bitmesi yetmiyormuş gibi birde tatlısı geç gelmişti. bu kadar şeyin üzerine lisa'da onunla ilgilenmiyordu. aynı anda o kadar çok kişiyi idare ediyordu ki, şuan hangisiyle konuştuğunu bulmak çok güçtü.
bay manoban ile babasının kripto ile konuştuğunu duyunca daha fazla dayanamadı ve lisa'nın yanına gidip bara gitmeyi teklif etti. lisa da kafasını telefondan kaldırmadan onaylayan mırıltılar çıkarınca sohbetin koyu olduğu bir ara masadan sıvıştılar. vestiyerden yazlık ceketleri, valeden de araba anahtarını alıp yola koyuldular.
jisoo'nun sürdüğü arabada bir klasik olarak lost in fire çalmaya başlayınca lisa da nihayet telefonunu yanındaki küçük çantaya attı ve ikili şarkıya eşlik ettiler. jisoo'nun spotify hesabının bağlı olduğu arabada şarkılar sırası ile çalıyordu. sırada ''call out my name'' olduğunu gören jisoo şarkının başlamasına bile izin vermeden hemen değiştirdi. anısı vardı.
çok değil, bundan kısa bir süre öncesine kadar bu şarkı çok normaldi onun için. yaşıtlarının üniversite tercihi için kafa patlattığı o dönemde tercihini çoktan yapıp kafa dinlemek için londra'ya tatile gitme kararı almıştı jisoo. o dönemde erkek arkadaşı , ve hala unutmaya çalıştığı o kişi, sırf jisoo ile londra'ya gidebilmek için tercih sürecini hızlandırmış, en sonunda da kıytırık bir üniversiteye yazlmıştı. tercihten kısa bir süre sonra tatile gitmiş, iki hafta kadar iyice dinlenmiş; vakit geçirmişlerdi. londra rüya gibi geçmişti onun için. halinden çok memnundu.
kore'ye dönmeden önceki gece jisoo ve junmyeon; bir çılgınlık yapıp hiç tanımadıkları birinin partisine katılmaya karar vermişlerdi. parti boyunca içmiş, eğlenmiş, kafa dağıtmışlardı. partinin sonlarına doğru gitmek için ayaklandığı sırada junmyeon'u yanında göremeyince telaşlanmıştı jisoo. her yerde aradığı sevgilisini en son bir yatakta, hiç tanımadığı bir kızın üstünde görmeyi beklemiyordu.
kalbinin cam kırıklarıyla dolu sesinin yüz metre öteden bile duyulabileceğinden emindi. ilk defa birine karşı böyle hissediyor, ilk defa birini seviyordu. ama o an anlamıştı sevginin bir işe yaramadığını. o an tanımıştı erkeklerin büyük bir kısmını. ve o an nefret etmişti bu şarkıdan. jisoo gözünden düşen damlaları sayarken arkada çalan bu şarkı beynini bulandırmış, yaşları saymasını engellemişti. hoş, yaşlar sayılamayacak kadar hızlı akıyordu.
o gece sabahı beklemeden ilk uçağa atlamış, kore'ye dönmüştü. partiden sonra defalarca arayan junmyeon'u cevapsız bırakmış, birkaç gün sonra ortak arkadaşı ile ilişkilerinin bittiği haberini ona ulaştırmıştı.
bu süreçte kızlar ona çok yardımcı olmuş, unutmasını sağlamaya çalışmıştı. yaz bitip de üniversite başladığı zaman junmyeon'un japonya'ya taşındığı söylenmiş, bir daha da kimse ona ulaşamamıştı. hatta bu o kadar uzun sürmüştü ki, jisoo başına bir şey geldiğinden endişelenmişti. ama son aldığı duyumlara göre kendine animeden fırlamış gibi görünen bir kız bulmuş, üstüne de bir çocuk yapmıştı. haberleri alınca jisoo "hızına yetişilmiyor," diye düşünmekten kendini alıkoyamamıştı.
şarkının anısı olduğunu hatırlayan lisa buruk bir şekilde yüzünü buruşturdu ve "üzgünüm" diyebildi sadece.
"boşver," dedi jisoo. "zaten gittiğimiz yer fransa bile değildi..."
≛
eveeeet uzun bir aradan sonra selam !!!
bunu ara bölüm olarak düşünebilirsiniz. asıl olaylar diğer bölüm başlayacak. umarım beğenmişsinizdir 🖤
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fuck the love, we need money.
Fanfictionhayatlarını paraya adayan iki arkadaş, tanıştıkları insanları paralarına göre yargılıyor; parası az olan insanlardan ise "ezik" diye bahsedip bundan haz duyuyorlardı. jinsoo & taelisa