GELMEYECEK (Tek Bölümlüktür.)

205 21 5
                                    

Pencerenin önünde dışarı da ki yağmuru seyrederken sıkıntıyla iç geçirdim. Yağmuru sevmezdim. İçimi bunaltırdı, kara bulutlar. Her ne kadar ki siyahı sevsem de bu kara bulutlar hiç bir zaman hoşuma gitmez, içimi karartırdı. Karanlık bulutlar sanki etrafa kasvet dağıtıyor gibi gelirdi hep. Pencerenin önünden kalkıp çalışan televizyona diktim gözlerimi. Gözlerim televizyon da olsa da, ne çalışıyordu televizyon da bilmiyordum. Sıcak çikolatamdan bir yudum daha alıp gözlerimi sehpaya diktim. Bugün doğum günümdü. Tamı tamına yirmi dokuz yaşıma girmiştim. Onsuz geçen ilk yılım. Onsuz kutladığım ilk doğum günüm. Yılbaşın da doğmanın her zaman büyük bir avantaj olduğunu düşünürdüm. Aslında hiçte öyle değilmiş. Bana yaşlandığımı hissettiriyordu. Ki zaten öyleydi. Onunlar beraber hem yılbaşını kutlardık hem de doğum günümü. Sabaha kadar sokaklar da gezip eğlenirdik. Bu hayatta öğrendiğim bir şey varsa o da şudur; hayat devam ediyor. Ne olursa olsun hayat devam ediyordu ve ben durmadan arkama bakıp geçmişimi düşünüyordum. Geçmiş geçmişte kalmıştı, evet. Ona bağlı kalarak da elime hiç bir şey geçmiyordu biliyordum. Ama yapamıyordum. Eğer ki bugün yaşarsam, sanki geçmişime ihanet edecekmişim gibi geliyordu. Sadece bir gün, hayatımın kahramanı olmak istiyordum. Sadece bir gün! Onu, geçmişimi, yaşadıklarımı, sevinçlerimi, mutluluklarımı, üzüntülerimi, acılarımı, heyecanlarımı, korkularımı unutmak istiyordum. Ama tüm bunları da bu kadar çabuk silip de kurtulmak istemiyordum. Geçmişimi bir çırpıda silip atmak, öldürmek istemiyordum. Ona olan sevgimi öldürmek istemiyordum. Onunla geçen her zamanımı öldürmek istemiyordum. Ben geçmişimin katili olmak istemiyordum. Dört duvar arasında bunalmaya başladığım da derin nefesler aldım. Ceketimi giyip evden dışarı attım kendimi. Yağan yağmuru umursamadan, yürümeye başladım. Bilmediğim sokaklardan geçerken zaman kavramını unutmuş gibiydim. Ne kadar süre boyunca yürüdüm? Kaç saat? Bilmiyordum. Ama içimden keşke yürümeseydim, keşke evden çıkmasaydım diye geçirdim. İlve, bir kaçını tanıdığım arkadaşlarıyla ve tekin olmayan bir kaç kişi ile bir kafe de oturmuş sohbet ediyorlardı. Olduğum yerde donup kalırken onu izlemeye devam ettim. Sekiz aydır onu hiç görmemiştim. Kafe den dışarı da gözünü gezdirdiğin de aynı anda gözlerimiz kesişti. Şaşkınlıkla bana bakıp gözlerini kırpıştırdı. Sanırım bir çeşit şoka girmişti. Aceleyle masa da ki arkadaşlarına bir şeyler söyleyip kalkıp çıkışa yöneldi. Kafe den çıkıp bir kaç metre ötem de durduğun da dikkatlice onu süzdüm. Benim aksime pek de değişmemişti. Şu sekiz ay da onun yokluğu o kadar çok belliydi ki, benim yüz hatlarım eskisinden daha da sertleşmişti. Elmacık kemiklerim zayıfladığım için daha çok belli oluyordu. Aklıma o sırada bana eskiden söyledikleri geldi.

Elmacık kemiklerini seviyorum. Elma şekeri gibi, sert ama çok güzeller. Gözlerim dolarken kendime bir kez daha lanet okudum. Neden? Neden beni terk etmişti ki? Oysa her şey çok güzeldi.

''Burak?''  Sesi kulaklarım da çınlarken onu sandığımdan da çok özlediğimi fark ettim. Onun yokluğunda fazlasıyla incinmiştim. Onun aşkına ihtiyacım vardı, ona ihtiyacım vardı, onun kokusuna ihtiyacım vardı, varlığına ihtiyacım vardı. Onsuzken zayıf bir şeydim. Her ne kadar ki onun aşkına ihtiyaç duymak istemesem de olmuyordu. Lanet olasıca kalbim resmen yalvarıyordu beni sevmesi için.

''İlve.'' Sesim o kadar aciz çıktı ki. Utandım kendimden.

''Sen çok...'' Diyecek bir şey bulamayacak olmuş olmalı ki susmuştu. Hah! Ben olsaydım ''Bok gibi gözüküyorsun'' derdim. Gerçekleri saklamazdım.

''Berbat?'' Cevap vermeden öylece durdu o gün ki gibi. Ona nedenini sorduğumda da böyle susmuştu. İçimden bir küfür savurup ona doğru bir adım atacakken arkasını dönüp yürümeye başladı. Peşinden yetişip kolundan tutup kendime çevirdim.

''Ne?'' Bir an da bağırınca şaşırmıştım. O sadece bana kavga ettiğimiz de sesini yükseltirdi.

''Amacın ne senin?'' 

''Bir amacım yok!'' Sinirli sesi ile neye uğradığıma şaşırdım. Benim tanıdığım İlve böyle değildi. 

''İlve?'' Şaşkınlıkla ağzımdan dökülen kelime ile dikkatlice onu süzdüm. Hala eskisi gibiydi. Ama tavırları pek öyle değildi. Kolay kolay sinirlenmezdi, şimdi ise hep ya bağırıyordu, ya da öfkeli konuşuyordu. Sinirli haline denk gelmişimdir. Diye içimden geçirdim bir umut.

''Niye böyle davranıyorsun?''  Sustu. Yine sustu. Uzun bir süre boyunca sadece gözlerinin içine bakarak durdum. Kokusunu içime çekmeyi, ona sarılmayı, öpmeyi, okşamayı öyle çok istiyordum ki! 

''Sana sarılabilir miyim?'' Tekrar sustu. O sustu, ben sustum. İkimiz de tek kelime etmedik. Dayanamayıp kendime çekip kollarım arasına aldım onu. Sıkıca sardım kollarımı ona bırakmak istemezcesine. Kokusunu doya doya içime çektim. O an içimden ne geldiyse haykırarak söylemek geldi. İçim de biriktirdiklerimi ona anlatmak, isyanlarımı, yakarışlarımı, hepsini.

''Bu acı geçmeyecek mi?'' Konuşmadı yine. Neden konuşmuyordu ki? Ben onun kadifemsi, yumuşak sesini duymak istiyordum. İstediği kadar konuşsun ben hep dinlerim. Eskiden her zaman çok konuşurdu, bende ona kızardım, ''Sus bir diye.'' Şimdi yine eskisi gibi konuşsa, susmasa, bıkmadan, usanmadan dinlerim.

''Kalbimin ve aklımın en orta yerinde bu acı.'' Boğulacak gibi hissediyordum. İdam edilecek gibi. İpi sıkıyorlar ama, ayağımın altında ki sandalyeyi çekmiyorlar. Böyle bir acıydı. Hatta daha beteriydi. Dayanılmayacak gibi, her saniye artan, büyüyen, ruhsal ölümlere sokan bir acıydı bu. Dayanacak gücüm kalmamıştı. Ve benim tek dayanağım İlve’ydi. İç çekip sakinleşmeye çalıştım. Yoksa omzunda hıçkıra hıçkıra ağlayacaktım.

''Bu acıyla yaşayamıyorum.'' Yavaşça geri çekilip kızarmış gözlerime baktı, kollarımı belinden çektiğin de kollarım yanımda ki boşluğa düştü. Gözümden bir damla yaş düşerken içimden geçirdim. Gidecek. Sanki hiç sevmemiş gibi. 

''Özür Dilerim Burak. Özür dilerim.'' Sessiz fısıltısına göz yaşları eşlik ederken. Sanki kalbimi bedenimden çıkarıyorlarmış gibi hissettim. Onun gözünden düşen tek bir damla yaş, benim ölüm fermanımdı. Arkasını dönmeden geriye doğru bir kaç adım vardı. Gözyaşlarım sel misali akarken son kez yüzünü inceledim. Bu yüz hatıralarımdan asla silinmeyecekti, asla. Arkasını dönüp yürümeye başladı. Görünürden uzaklaştığın da hala arkasından bakıyordum. Bir daha görüşemeyeceğimizi bilerek, gidişini seyrettim. Ve bu gün hayatımın en sert tekmesini yedim. Birincisi, onun bana attığı tekmeydi. Gerçekten attığı tekmeydi. Tanışmamız gözümün önün de canlanınca hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım. Benim ona dokunduğumu zannedip bana ''Pis sapık!'' diye bağırıp tekme atmıştı. Yüzüm de buruk bir gülümseme oluşurken keşke yine öyle bir tekme atsaydı, ama hala yanımda olsaydı. İkinci tekme ise, onun evi terk etmesi olmuştu. Ama o gün tekme bacağıma değil kalbime atılmıştı. Üçüncüsü de; Ayrılmak istediğini söylediği gündü. O gün değil tekme atmak, sanki kendi elleriyle kalbimi parçalamıştı. Dördüncü ve sonuncu tekme ise bu gün atılmıştı. Ki bu tekme kalbime değil, ayağımın altında ki sandalyeye atılmıştı. Sandalye düştü, genç adam öldü ve perde kapandı.

GELMEYECEKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin