ÇP [10] Yanlış İtiraf

348 45 19
                                    

Bende ona yakışmayan bir hüzün vardı, gün geçtikçe içimi kemiren. Kaybolacağımı bildiğim halde ona giden yolda yürüyordum. Bilmediğim bu yollar aslında labiretti. Dönüp dolaşıyor, aynı yere geliyordum. Biliyordum, yüzünü gördüğümde geçmeyecek acım yoktu benim. Ondandı bu kararlılığım. Onu bulup kendimi tamamlayacaktım. Her ne kadar bilmese bile... Benim diğer yarım ondaydı.

Kamyonu durdurdum. Arkama yaslanıp ona döndüm. Hiçbir şey söylememeden kapıyı açtı ve kendini dışarı attı.

"Görüşürüz ortak!" dedim keyifle soluduktan sonra. Hıhı gibi birşeyler mırıldanıp duymamazlıktan geldi. Hızla uzaklaşmasını izledim. Çarpık bacaklı şey!

Elizadan inip  okulun girişine doğru yürümeye başladım. Mert'in cırtlak sesini duyuyordum. Yine çapkınlık peşindeydi büyük ihtimalle. Ona bıraz yaklaşıp arkasında durdum. Kızın biriyle tartışıyordu. Önündeki kıza çemkirmeye başladı.

" Kızım bunun adı kalp..." dedi işaret parmağını göğsüne bastırırken. Ne diyecekti merak ediyordum. Mert aşk nedir bilmezdi çünkü.

"Tersten okunduğu gibi plak değil ki, sende takılı kalsın. " dediğinde kıkırdayamadan edemedim. Edebiyat mı yapmıştı o şimdi? Mertten beklenmeyecek hareketler 1...

"Senden nefret ediyorum, piç herif!" diye bağırdı, kız. Hızla uzaklaştığında neden tokat atmadığını düşünüyordum. Mert ensesini kaşıdı.

"Naber porsuk!" dedi kahkaha atarak. Porsuk ne lan? Sensin porsuk. Cevap vermedim. Yavaş adımlarla yürümeye başladım. Beni takip ediyordu.

"Tamam be ne kızıyorsun!"

Enseme bir şaplak yediğimde durup ona öldürücü bakışlarımdan yolladım.

"Bay Song'u bulmalıyım." dedim ve daha hızlı yürümeye başladım. Bu çocuk beni delirtmek zorundaydı değil mi?

Mert'i küçükken havaya üç kere atmış, iki kere tutmuşlardı sanırım.

"İyi, tamam." diye bağırdı arkamdan. Elimi hafif kaldırıp salladım. Koridorun solundan dönecektim. Öğretmenler odası hiçbir zaman dikkatimi çekmemişti. O kadar öğretmenin olduğu yer sıkıcı bir yer olurdu. Kapıda dikilirken içeri giren kız sayesinde kapı aralanmıştı. İçeriye göz attığımda aslında birşey söylemeyeceğimi hatırladım. Bay Song bahaneydi anlayacağınız.

Okulun bahçesine çıktım. Burada olmak canımı sıkıyordu. Bugün de dersleri asmıştım. Kamyonuma doğru ilerledim. Eliza'ya uzun uzun baktım. Yalnızlığı paylaştığım, en yakın arkadaşım ve sığınağımdı. Konuşmasa bile dinliyordu. En sevdiğim yönü buydu zaten. Her zaman gittiğim bir yer vardı. Kendimi eğlendirebildiğim tek yerdi. Doğrusu buna eğlence demek saçma olurdu. Yapabildiğim tek şey hokey oynamaktı ve onu da oynayacak kimsem yoktu. Yalnız ölecektim. Duymadan, duyulmadan... Yapayalnız..

Şöför koltuğuna oturup topidoyu açtım. Yedinci sınıfta İzel'in sırasından yürüttüğüm kokulu silgilerden biriyle bakışıyordum. Onun  burada ne işi vardı?  Silgiyi avucumun içine aldım. Yumuşak ve pembeydi. En sevdiği renk olduğunu biliyordum. Belki de bu yüzden pembe bulutların arasında geziniyordu. Bense cezalandırılıyordum. Onu, onun sonsuzuna dek sevemeyecektim. Tüm bunları kabullenmek çok acıydı.  Gözlerimi gelen seslerin olduğu yöne çevirdim. Beyin hücrelerim donmuştu. Ben onu uzaktan severken, o herif nasıl olur da canını acıtabilirdi. Hışımla silgiyi aldığım yere geri attım. İzel, kendini kısıtlayan kollardan sıyrılmayı başarmıştı. Ne konuştuklarını anlayabilmek için camı açtım.

"Saçmalama İzel!" diye bağıran iğrendirici sesi zaten duyuyordum. "Yeter artık!" dedi, İzel. Sesi kötü geliyordu. Sırtı bana dönük olduğundan yüzünü göremiyordum. Neden canım yanıyordu? Bu hiç adil değildi.

ÇAKMA POLYANNA #Watty2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin