***
***
Melike gerçekten gelmemişti. Gelmek bir yana, arayıp nasıl olduğunu sormamıştı bile. Kemal bu duruma nasıl bir tepki vermesi gerektiğini bilmiyordu; kırılmaya, küsmeye hakkı olmadığının farkındaydı ama... Ama işte... Allah aşkına, bahsettikleri kişi Melike'ydi, onun Melike'si. Kalbi kırılsa, canı yansa da bir şekilde onu sevmeye devam eden, ondan hiç vazgeçmeyen, dünya üzerinde ona değer veren tek kadın... Oysa annesi bile sevmemişti Kemal'i, annesi bile bırakmıştı onu. Terk edilmeye, vazgeçilmeye, geride bırakılmaya çoktan alışmış olması gerekiyordu ama alışamamıştı işte. Yapamamıştı. İnsan böyle bir şeye nasıl alışırdı? Bir çocuk, annesinin bile onu sevmeyi beceremediğini nasıl kabullenirdi?
Adından önce doğduğu şehrin sokaklarını öğrenmişti Kemal; adından önce sevgisizliğini, adından önce kimsesizliğini, sahipsizliğini, terk edilmişliğini öğrenmişti. Neler gelip geçmişti de bir, aklına geldikçe içinin sızlatan o tek kelimeye sürgünlüğü bitmemişti. Bu yaşına kadar daha bir kez anne diyebilmiş değildi. Ne sahipsiz bir mezar taşına ne sokaktan geçerken yüzlerinde annesinden bir iz bulmaya çalıştığı kadınlara... Annesini hatırlamıyordu bile. Belki de bir sokakta ya da caddede, öylece geçip gitmişti yanından. Bunu düşünmek bile kırgınlığını çoğaltıyordu. Kaderine isyan edesi geliyordu. Tüm o öfke, isyan, hırs gün gelip yerini derin bir kırgınlığa bırakmıştı.
Melike, bunlardan sonra gelmişti. Melike bunlardan sonra gelmiş, Kemal'in kimsesizliğinin tek tesellisi olmuştu ama şimdi o da yoktu. Gerçi Kemal, kadının bunun için suçlanması gereken son kişi bile olamayacağını biliyordu. Melike'ye hayatında başka biri olduğunu itiraf etmişti. Üstelik bunu, kadını kendinden uzaklaştırmak için yapmıştı. Ne bekliyordu ki? Melike'nin bunu göz ardı etmesi mümkün değildi. Kemal ondan böyle bir şey yapmasını zaten beklemiyordu. Gerçi duyguları o kadar karışıktı ki ne beklemesi gerektiğini de bilmiyordu. Bunca zaman, ölümünün Saim Kırcalı'nın elinden olacağını düşünmüştü. Gün gelip de yaşlı adam alnına tekrar silahını doğrulttuğunda, kılını bile kıpırdatmadan tetiği çekmesini bekleyeceğini, Melike'yi dünya gözüyle bir kez daha görmeyeceğini...
Ama kadın dönmüştü. Kadın dönmüştü ve Kemal, tekrar takdire şayan bir maharetle onun ellerinin arasından kayıp gitmesine müsaade etmişti.
Aklından geçen düşünceler canının sıkılmasına neden olurken yattığı yerde huzursuzca kıpırdandı. Yediği dayağın izleri hala vücudundan silinmediği için inleyerek başını arkasındaki duvara sertçe vurdu, canı çok yanıyordu. Gerçi alışıktı. Böyle insafsızca ilk dövülüşü değildi, son olmadığını da tahmin edebiliyordu. Onu, Sinan'ın mezarının başında her gördüğünde bıçağını hep aynı yere, kalbinin altından kaburgalarının arasına sokan bir adamı vardı Saim Kırcalı'nın. O da, o bıçağı sokan da, Saim Kırcalı da o yaranın Kemal'i öldürmeyeceğini biliyordu ama yarasının kabuk bağlaması bir türlü mümkün olmuyordu. Çünkü Kemal tekmelenmeye, taşlanmaya, kovulmaya alışmış aç bir sokak köpeği gibi kendini Sinan'ın mezarına gitmekten alıkoyamıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Milat
Ficción GeneralSadece bir an duraksadıktan sonra, hızla aradaki mesafeyi kapatarak adama sarıldı. Geri kalan her şey bekleyebilirdi. Hepsi, tüm sorunlar, tüm sıkıntılar, düşmanlıklar, zorunluluklar, aralarına giren onlarca şey, sabaha kadar ertelenebilirdi. Şimdi...