Keyifli okumalar.
Oy vermeyi unutmayın lütfen.
Bölümün sesli kitap hali yukarda...
***Sevgili günlük,
Bugün nasılsın, benden umutlu musun? Yani aslında şunu soruyorum, bugün artık güzel bir şeyler duyabilirim diyebiliyor musun? Umutlu olmak güzel bir şey galiba, aslında umudu beslediğin şeye de bağlı bu. Ne kadar umutsuzluğa kapılmam gereken zaman yaşarsam yaşayayım hep bir yanım umutlu olmam gerektiğini dayatıyor bana ve bir önceki gün konuştuğumuz o beklemek ve beklentiler noktasında buluyorum kendimi.
Bazen bu umudun o kadar zehirli bir his olduğunu düşünüyorum ki içten içe mümkün olmayacak şeylere kendimi inandırmaya çalışmak ve aldatmak gibi bir durummuş sanki. Öyle hissediyorum. Doğru mu yanlış mı bilmiyorum. Zaten doğru da yanlış da tek değil. Benim için doğru olan bir başkası için yanlış olabiliyordu. Bu yorumlanabilir bir durum. Tartışmaya açık fakat tartışmak istemeyecek kadar kapalıyım bu aralar. O yüzden ben umut ve yeis konusuna geri döneyim.
Bir arkadaşım bir keresinde başından geçen bir anısını anlattı. Bu anının yaşattığı hissi ise; "kara bulutlarla sarılı gökyüzümde küçük bir aralık bulup dünyamı aydınlatan o güneşin kısa bir zaman sonra tekrar o bulutların ardında kalması gibi hızlı ve az bir mutluluk gibiydi." diye tanımlandırdı. Mutluluk onun için gelmişti fakat bunun tadına doyasıya varamayacak kadar hızlı ve kısa sürüşünün oluşturduğu bir mutsuzluk hemen peşin sıra gelmişti.
Ona mutluluğun oluşturuduğu bu mutsuzluk paradoksundan hiç söz etmek istemedim. Zaten o da bunun sözünü duymayı pek istemezdi. Hayat anlatılanlarla değil yaşanılanlarla ancak anlaşılabilecek kadar karmaşıktı çünkü. Neyse işte bu arkadaşın tanımladığı geçip giden o mutluluk anısı tam olarak şöyle bir şeydi.
Kuzeninin düğününe İstanbul'dan misafirler gelmiş ve onları karşılamaya da bizim bu arkadaş gitmiş. Esasında ilk önce bunu yapmamak için bin bir türlü yola başvurmuş ama kader işte. Karşılaşılması gereken biri varsa karşımıza çıkaracak. Gelen misafirleri karşılamaya gittiğinde yeşil gözlü, berrak bir yüz hattına sahip tatlı mı tatlı diye tanımladığı bir kız görmüş. Bu kıza o anda vurulmuş. Bana her ne kadar bu pek mümkün olmayan bir şey olarak gelse de arkadaşım işte hissettiğinin doğru olduğuna inanıyorum.
O anda bütün düğün, bütün gece ve bütün o kalabalık tek bir andan ibaret olarak kalmış bizim bu arkadaş için. O an ise işte o vurulduğu kızı gördüğü o ilk an.
1 hafta misafirliklerini sürdüren bu yolcular, bizim arkadaşın kuzeniyle vakit geçirirken, bizimki her seferinde bir bahane bulup kendisini de dahil etmiş olaya. Böylece bir çok anıya sahip olmuş ve bu süre zarfında ise kendi hayatını sorgular olmuş. Aynada ki kendini beğenmez olmuş. Ne kadar çok ümitsizliğe sevk edecek şey varsa hislerinin arkasında durmasına engel olacak. Hepsine sahip olmaya başlamış. Kilosunu dert etmiş, boyunu dert etmiş, maddi imkanlarını dert etmiş ve hepsini de bu kız bana bakmaz beni sevmez diyerek de tamamlamış bütün fikirlerini. Yani yeis onu o kadar aşağılara itmeye devam ediyormuş ki kendinden nefret etmeye kadar varmak üzereymiş.
Belki insan doğasının sahip olduğu bir savunma mekanızmasıdır belki de başka bir şey ama beni aradı ve umuda sahip olmak istercesine bana anlattı tüm olanları. Bir şeylere tutunmak istemek dediğim gibi doğamızdan gelen bir şey sanırım.
Tabi ben iyi bir arkadaş olarak ona umut verdim. (Doğruyu yanlışı tartışmayacağımı buna kapalı olduğunu yukarda belirttim sayın günlük) kendisine güvenmesi gerektiğini söledim ve bu süreç bir hafta kadar sürdü elbette. Her gün bir saat kadar konuşuyor ve o misafirleri yolcu ettiği günden beridir içinde olan yarımlığı tarif etmeye devam ediyordu.
Hee sayın günlük bir şeyi atladım. Bu arkadaşımın o zaman zarfinda zaten bir sevgilisi vardı. Tabi bu bütün olanlar bu arkadaşımda ona ait olmadığını ve ondan ayrılması gerektiğini anlaması için de yaşanmış olabilirdi ama bizim arkadaş bununla yetinmedi. Sevgilisinden ayrıldı ve hayal kurmaya, bir gün o vurulduğu kızla kurduğu yuvayı düşünüp durdu.
Karar verdik kamp yapmaya çıktık. Büyük bir ege turu olacaktı bu ya da yarım kalan sevdaları tamamlayacak bir ilham arayışı olacaktı. Bursa da buluştuk, Balıkesir'den aşağı doğru turu başlattık. Her durakta bu renk gözlerinin rengi, şu meltem hissettirdiği serinlik, şu dağ içimde yanan bir alev, o ırmak içime akan bir sevda... Diyip diyip geçirip durduk yolculuğu. Tabi ben de boş durmuyorum sürekli umut aşılıyor, kıza mesaj atıp bir başlangıç kurması için ısrarlarda bulunuyordum.
Her seferinde aldığım yanıt, ne yazacağım, nasıl başlayacağım vs. gibi şeylere umudunu tüketip duruyordu. Sonunda ikna ettim hatta telefonu elinden alıp ben yazdım. Ben yazınca kaçıp gitti yanımdan. Yarım saat kadar da gelmedi hatta.
Bunu yapmasına sebep olan şey, sahip olduğu umudun gerçekleşme heyecanı mı yoksa içindeki o ümitsizlikle(yeis) yüzleşmek korkusu muydu? Bilmiyorum asla da öğrenemeyeceğim.
Döndüğünde gözlerime hafif titrek ve sulu gözlerle baktı. Belli ki konuşamıyor boğazı düğümleniyordu. Benden o sormadan bir şeyler söylememi istiyordu. Gülümseyerek cevap verdim. Sohbet ettiğini ve korktuğu gibi olmadığını sadece şu an da arkadaşcasına konuştuklarını söyledim.
Kapm bitene kadar da bu sohbetler oldu ama sorun hep, bu sefer ne konuşabilirim, ne kadar uzatabilirim gibi sorularla dolup taştı fikirler.
Yaklaşık iki ay kadar da bu iletişim devam etti. Biliyorum çünkü her gün bunu takip ediyordum. Bu iletişim samimi bir arkadaşlık olmaması içinde tavsiyelerde bulunuyor flörtleşmeye dönük sohbetleri bu iletişimw dahit etmesi hakkında da uyarılarda bulunuyordum.
İçinde ki umut büyüyor, içindeki umutsuzluk ve kendini beğenmeme devam ediyordu. Keman çalmayı öğrenmeye başladı. 14 kilo verdi. İkinci dilini geliştirmeye başladı ve kalimba çalmaya bile başladı. Bizim arkadaş işin sonunda çok bir şey kaybetmedi belki bu kazandıklarının yanında ama en sonunda yüzleşmesi gereken bir soru işareti kocaman bir dağ gibi duruyordu karşısında.
Yüzleşti de...
Yüzü düştü...
Umudu yerle bir oldu...
Ümitsizlik yıkıp gitti...
Kaybetmedi ama. Sevgili günlük sen söyle böyle seven biri kaybeder mi hiç. Bana sorarsan kaybetmez. Kaybedilir. Bu kız bana sorarsanız arkadaşımın ona olan hislerini biliyordu hissediyordu, umut vermeye de devam ediyordu. Çünkü insan sevilmeye taliptir. Bu da bana arkadaşımı kullandığını gösteriyor. Tabi bir bu değil başka şeyler başka konuşmalar başka davranışlar da böle düşünmemi sağladı ama şimdi onları konuşup yorulmanın anlamı yok. Ben böle düşündüm diyeyim sen de anlıyorum de işte.Bizim oğlan, o zamandan sonra yüzlerce yeşil ile ilgili şiir yazdı. Bahçeler doldu taştı. Babilin asma bahçeleri yeşerdi onun gözyaşlarında ama o umut bir daha açmadı.
Bir şey öğrendi ama umut bir yerde ölürken bir başka yerde doğuyormuş. Umut hep içimizde olmalıymış yoksa yaşanmazmış. Ümitsizlik ise dert etmeye değmez bir saplantıymış.
Hangisi zehirliydi umut beslemek mi umutsuzluk barındırmak mı?
Bana soracak olursan mesele, ikisininde miktarında.
Sevgili günlük, benim umudum var. Farklı farklı konularda farklı farklı umutlarım var. O umutlar gün geliyor beni kaldırıyor kimi gün geliyor felçli gibi yatağa hapsediyor. Bir gün de benim umutlarımdan söz ederiz. Olur mu?
Sevgili okur altı çizili cümleler sana. Bu bölümlerde sana sorularım olacak. Tabi dikkat edersen hikayede sanki sana soruyormuşçasına sorularım da oluyor. Bazen sevgili günlük derim sana bazen sen bana öyle seslenirsin...
1-) Sence bizim oğlan nerede hatalıydı?
2-) Aşk ilk görüşte mümkün mü sence?
3-) Umutlu olmak mı yoksa umutsuz olmak mı zehirler insanı
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sevgili Günlük ve Ben
Fiksi UmumHangi hayatın rengi bir başkasının gökkuşağını kirletebilirdi ki? Yalanlar, yaralar, keder ve birazcık mutluluktan ibaret ruh ve onu taşıyan ceset! Kim kaldırabilirdi ki yere aşık olanı? *** Hayatın kendi içinden, tüm problemlerden ve arayışlardan...