Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Jaurim - You Know
Nlve - New Light
Küçükken yıldızlarla konuşurdum.
Henüz yedisine yeni basmış, etrafında olanlardan bihaber, ağzı süt kokan ufacık bir çocukken hayatın keşmekeşinden tohumları usul usul filizlenen ruhuma kalan ne varsa avuçlarımda biriktirip karanlık büsbütün çöktüğü vakitlerde camı kırık penceremin yamacına çöreklenerek hepsini yıldızların önüne dökerdim. Gökyüzünü dost bilip onun hiç tükenmeyen sayfalarına tutardım günlüğümü. Dostluğuna böylesine muhtaç olduğum da gökyüzü değil geceydi esasında ; çünkü yıldızlar ancak o zaman belli ediyorlardı kendilerini, tıpkı diğer birçok şey gibi.
Belki sahte umut parıltılarıyla insanı körleştirdiğini düşündüğümden sevmezdim pek gündüz göğünü. Sanki güneş her yeri ışıl ışıl aydınlatınca kimsecikler üşümüyordu, sanki bulutlar pamuktan hallice asılı dururken tepede yalnız çocuklar bir kaldırım köşesinde ağlamıyordu, sanki gündüzün gürültüsünün yuttuğu onca çığlık aslında yoktu, sanki dünya milyarlarca Pollyanna'nın gülüp oynadığı koca bir oyun bahçesiydi... Olur muydu hiç? Olmazdı, nasıl olsun? Sırf gece sahneden çekildi diye çatlaklarda çiçek yeşermez ki hemen, güneş biraz parladı diye o ışık demetleri bedeni aşıp da ruha ulaşabilir mi? Hayır, derdim hep. Acıtmak için geceyi beklemez yaralar, karanlıkta daha acımasız olurlar sadece, o kadar.
Bu yüzden ben hep geceyi dinlemek istedim. Gündüzün hengâmesinde yığınla içi boş söz, pervasız kahkaha, içtenlikten nasiplenmemiş gülüş, yalan seviş, duygusuz öpüş vardı ve ben de demiştim ki asıl geceyi dinlemek gerek. İnce ince süzülen kanı o arapsaçına dönmüş tatsız hengâmeye karışan kesikler ancak o zaman bütün çıplaklığıyla fark edilir, bence biz asıl o zaman duyabiliriz son umut kırıntılarının yaptığı yankıları. Ben tam da bu yüzden kulak verdim hep geceye. Ne kadar suskun görünüyorsa aslında o kadar gürültülüydü, susarak konuşanların duyulmayı bekleyen sayısız cümlesiyle doluydu her daim.
Yani, şimdi anladınız mı? Anlamadınız, öyle değil mi? Siz zaten hep böyle anlamak istemezsiniz. Saklanırsınız durmadan, sonra sapasağlam sanırsınız kendinizi de yaralarınız haddinden fazla kanayınca ruhunuzun orta yerinde ölü bulunursunuz. Ne diye dil döktüm ben şimdiye dek? Çok geç olmadan hem kendinizin hem de bu sefaletin farkına varın diye elbet. Işıltılı sabahlar ardına gizlenip yaralarınızı ve yaralılarınızı görmezden gelmeyi bırakın artık. Yoksunluğunu apaçık ortaya seriyor diye günü suçlayanların, ağıtlarını sessiz yakanların, yarası beresi eksik olmayanların ve kimi zaman kendi yarasına üflemekten dahi aciz olanların koynuna sığındığı geceye kulak verin.
Ona kulak verin çünkü merhamet isteyen kanadı kırık çocukların kuşandıkları öfkeden pelerini atıp da döktükleri çaresiz hıçkırıklar vardır onda, gündüz vakti göz bebeklerinde deli parıltılar olanların ürkek bakışlarını ancak o zaman fark edebilirsiniz, yardım çağrılarını yalnızca gece duyarsınız, gündüzün kargaşasında yitip giden feryatlar ay gökte asılıyken yakar içinizi, bir tek gökyüzü siyaha bulanmışken bütünüyle hissedebilirsiniz eksik yanlarınızın sızısını, görmezden gelip halının altına süpürdüğünüz ne varsa gece çalar kapınızı ; hem de bütün çirkinliğiyle. Çirkin, acı, sivri, söz dinlemez ve oyunbozan. Gerçekler işte, gece olunca hem dost hem düşman kesilenler.