-Bölüm 17-

295 117 108
                                    

Multimedia: Duncan Laurence- Arcade

Kısa bir aradan sonra yeniden hepinize merhaba. Nasılsınız, benim tatlı okurlarım? İyi okumalar dilerim. (:


Kahvemden bir yudum daha aldığımda yanımda kaşlarını çatarak kafasında kim bilir hangi tilkilerin takla attığı belli olmayan Barın'a baktım. Söylediğimi düşünüyor olmalıydı. Kaşlarını çattığında alnının üst tarafında derin bir çizgi oluşuyordu, parmağımla yukarıya ittirip 'şu kaşlarını çatma' diyesim geliyordu. Yaşlanınca kırış kırış olurdu sonra.

Çok dikkatli baktığımı fark ettiğimde bakışlarımı yüzünden çekerek cama çevirip gecenin karanlığında sakin sakin yağan kara baktım. Beyazlıklarıyla geceyi aydınlatıyor sessizliği yer yüzüne taşıyorlardı sanki. Yağan karı izlemeyi seviyordum.

İkimiz de bir şey söylemeden sadece nefes seslerimizin duyulduğu odada oturmaya devam ettik. Hani, biriyle uzun süre sessizce oturduğunuzda o sessizlik sizi boğmaya başlardı ve konuşmak içiçn kendinizi zorlardınız ya, şimdi o sessizlik beni boğmuyor da beni sarıyor gibi hissettiriyordu. Burada, her tarafa Barın'ın kokusunun sinmiş olduğu bir yerde oturmak beni uyuşturmuş olmalıydı. İnsanın üzerinde garip bir etkisi vardı ya da benim üzerimde.

"Sen neden aşağıya inmedin?" Aramızdaki bu sessizliği bozduğunda bakışlarımı camdan ayırarak yeniden ona çevirdim. Gözlerini, gözlerime dikmiş cevap beklercesine bakıyordu.

"Canım istemedi." diyerek omuz silkip kestirip attım.

"Neden? Eğlenmek için geldiğini sanıyordum yoksa ben mi keyfini kaçırdım?" dediğinde gözlerini üzerimden ayırmadan gülümseyerek bardağını dudaklarına götürdü. Benimle uğraşmadan asla duramıyordu ama tebrik etmek gerekiyordu ki bu kez uzun bir süre dayanabilmiş, kendi rekorunu kırmıştı. Gün geçtikçe şaşırtıyordu.

"Sen, benim keyfimi kaçıramazsın." Yalandı, fazlasıyla kaçırıyordu.

"Hazırlan, o halde." Gözlerimi kısarak ona baktığımda elini hafifçe dizine vurarak ayaklandı ardından bardağını yan tarafımızdaki ahşap masanın üzerine bıraktı.

"Anlamadım. Nereye hazırlanacağım?"

"Bu tatile eğlenmek için gelmedin mi? Sen ve ben de onların yanına gidip eğleneceğiz. Yoksa ben varım diye gelmez misin?"

'Biz' demekten özenle kaçındığını fark etmiştim. Bu durum kahkahalarla gülmek istememe sebep olduğunda gülmemek için dudaklarımı ağzımın içine yuvarladım. Ayrıca, o olduğu için gelmek istemediğimi düşünmesinde haklılık payı olsa da bunu ona belli edemezdim. 'Hayatında herhangi bir yerim yok.' diyen birine onun yüzünden gitmediğimi düşündürmek istemiyordum. Bu, söylediği her şeyi kabul etmek anlamına geliyordu.

Çoktan dolabının karşısına geçtiğinde oturduğum yerden ayaklanarak henüz yarısını içtiğim içi kahve dolu kupayı ahşap masanın üzerine hemen onun bardağının yanına bırakmıştım. "Peki. Hazırlandığımda kapını çalarım." dediğimde elinde tuttuğu gömlekle bana döndü, şaşkınlığı yüzünden okunabiliyordu. Bu kadar çabuk kabul edeceğimi beklemiyor olmalıydı. Eh, ne diyebilirdim ki? Ben de beklemiyordum.

Hiçbir şey demediğinde hızlı adımlarla odasından çıkarak kendi odama girdim. Ne giyeceğime dair hiçbir fikrim yoktu, yanıma fazla elbise almamıştım ama uygun bir şeyler bulabilmeyi umuyordum. Dolabı açıp içinden dizlerimin bir karış yukarısında biten siyah kalın askılı elbiseyi alarak aynanın karşısında üzerime tuttum. Sanırım, ne giyeceğim belli olmuştu bile.

Giyindiğimde yeniden aynanın karşısına geçerek aynadaki görüntüme memnun olmuşçasına baktım. Siyah kalın askılı elbise, vücuduma tam oturmuş oldukça güzel durmuştu. Üzerime ince bir kaban almayı düşünüyordum sadece çünkü dışarıdaki soğuğa rağmen otelin her yeri fazlasıyla sıcaktı. Kahve tonlarındaki saçlarımın uçlarını Asya'nın komodinin üzerine bıraktığı maşası ile hafifçe şekillendirerek omuzlarımdan aşağıya salmıştım. Kırmızı mat rujumu da çok koyu olmamasına özen göstererek dudaklarıma yedirdiğimde artık gitmeye hazırdım.

SAYENDEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin