Aynı gün içinde Aşağı'nın atmosferinde heyecan ve kuru gürültü gezinirken Erol Mahallesi tam tersiydi. Herkes kendi işinde gücünde vakit geçirirken akşam olmuş, Yılmaz yorulduğunu ve kış aylarında oldukları için erken batan güneş nedeniyle gündüzün geceye çalmasını fark ettikten sonra atölyeden çıktı. Yavaş adımlarla, ellerini sırtına yaslamış bir şekilde yürüyüp yolda gördüğü ahbaplarıyla selamlaşıp hatır sorarken kıraathanenin önünde arada oturup kağıt oynadığı arkadaşı ona seslendi.
"Yılmaz Ağa, n'örüyon?" Yaşlı adam çayını içerken Yılmaz'ı yanına çağırdı ancak Yılmaz yorgundu, ayrıca öğlen oğlu Çınar ile tartıştıkları içinde pek de keyifsizdi.
"Yok," dedi. "sağolasın, eve gideceğim, hanım bekler. Başımın etini yemesin geç geldin diye şimdi." Karşısındaki yaşlı adam gülüp başıyla selam verdi ve "İyi," dedi Anadolu ağzının baskın olduğu bir sesle. "Git sen git, yarın hesaplaşalım ama tavlada, alayım yakanı."
Yılmaz bir gülüşle oradan ayrılırken nihayetinde evinin sokak kapısına gelebilmişti ancak bir kadın sesinin ona seslenmesiyle arkasını döndü. Karşı komşuları, Feriha'nın da iyi arkadaşı bildiği Zülal Hanım ona seslenmişti.
"Yılmaz abi, n'aparsın, iyisin inşallah?" Zülal'ın sakız çiğneyen ağzından ve yukarıdan aşağıya seslendiği için yaşlılıktan körleşmiş kulağıyla zor duyduğu ses karşısında sıkıntıyla nefes vermemek için zor durmuştu. Yılmaz dedikoduyu hiç sevmezdi, bu komşuların da çoğunun işi gücü dedikodu olduğunu iyi bilirdi. Zamanında bu yüzden pek çekmişlerdi. Yine de komşudur diye düşünerek cevap verdi.
"Sağolasın, iyiyiz işte ne olsun. İşten geldim." Zülal gülümsedi. "Aman iyi ol, Yılmaz abi. Sen bize lazımsın." Yılmaz hafifçe gülümseyerek karşılık verdi.
"Şey diyecektim Yılmaz Abi," Zülal penceresinden sarkıttığı bedenini biraz daha sarkıttı. "Adana'ya gidiyormuşssunuz, duyduk. Gezmeye değil mi?"
Feriha bu kadına mı direkt yetiştirmişti? Ne boşboğaz bir kadındı böyle karısı? Ağzında bakla ıslanmıyordu. Zülal'ın meraklı bakışlarını süzdü, ardından nefes vererek, "Öyle öyle," diyerek eve girmek için apartmanın kapısını açtı.
En son arkasından daha fazla bilgi alamayan Zülal'ın düşmüş suratıyla, "Hayırlı yolculuklar Yılmaz abi," demesini de duymadı.
Öyle ki aklı pek doluydu. Oğlu Çınar ile tartışması, günlerdir aramayan sormayan, aramalara da cevap vermeyen diğer oğlu Oğuzhan, hali ne olacağı belli olmayan ancak üzerinde bazı şeyler düşündüğü kızı Bergen, boşboğaz karısı Feriha... Yılmaz hangi birini düşünseydi? Soruların, sorunların içinden çıkamamıştı; hatta evin kapısında onu karşılayan karısını fark etmemişti. Feriha'yı es geçerek kapıdan girmiş, koridordan salona doğru yürüyecekken kolunda bir el hissedince irkilerek kendine geldi.
Feriha Hanım, kocasını endişeli gözlerle süzüyordu. Neyi vardı kocasının? Bir hal mi gelmişti başına? Böylesine dalgın, böylesine suratsızca geziniş ile ilk defa karşılaşıyordu.
"Hoş geldin dedim duymadın. Hayırdır Yılmaz, bir şeyin mi var? Tansiyonun mu çıktı acaba? Tuzlu ayran yapayım mı? Ya da dur, Bergen'e diyeyim tansiyon aletini getirsin. Bergen!" Feriha telaşla kocasının etrafında dört dönerken Yılmaz salona geçmiş, yorulmuş bacaklarını uzatarak koltuğa oturmuştu.
"Dur hanım dur, sende. Yok bir şeyim. Yoğundu bugün atölye. Sanayiye de gittim geldim, ondan yorgun düşmüşüm." Bıkkınla karısına bakıp iç çekerken Feriha onun cümleleriyle rahatladı.
"Dikkat et kendine, yola çıkacağız bak. Yolda bir sana, bir Allah'a güveneceğiz, ne yaparız yoksa?" Feriha kocasının dibine oturup Yılmaz'ın ağrıdığını düşündüğü dizlerini ovalarken salona annesinin telaşla ona seslenmesinden dolayı bir şey olduğu korkusuyla odasından fırlayan Bergen girdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÇİZİK
General FictionHayat karmaşık ve gizemli olmakla birlikte tek düze ve tahmin edilebilir yaşamı da alternatif olarak sunar. Bu düzen kişinin yaşam tarzına, çevresine, tercihlerine ve aldığı kararlara bağlı olabilir. Alınan her kararda insanın karşısına çeşitli yoll...