Zorlu bir iniş olsa da, keşif yolculuğunda rastladığımız gezegene inmeyi başardık.
İniş yaptıktan sonra, insanlar son dakikalarını yaşadıklarını düşündüklerinden olacaktır ki, sıkı sıkı sevdiklerine sarılıp sessiz gözyaşları döküyorlardı. Çocuklar diğerlerine kıyasla umutlu ve heyecanlıydılar. Bir an önce dışarı çıkıp koşuşturmak istiyorlardı. Üstelik, dışarıda sadece güzel şeylerin beklediğini düşünüyorlardı.
Taşıtın kapısını tereddütle de olsa açtım. Gözlerimi açmadım bir süre. Dışarıdan gelen koku göz kapaklarımdan tutup kaldırdı adeta.
Çiçek kokusu, nehirin sesi, kuşların cıvıltısı...
Dehşete düşmüş bir şekilde, elimi hızla atan kalbimin üstüne koyup derin nefes aldım. Burası dünya'ya tıpatıp benziyordu. Daha doğrusu, kıyametten önceki haline.
Yetmişli yaşlarının başında olan Veronika garip bir gülümsemeyle dışarıyı süzüp, "Burayı yok etmek ne kadar zamanımızı alacak acaba..." dedi.
Göz yaşlarının yerini sevinç çığlıkları aldı.
"Yerinizden kalkmayın. Jane, Mark, William siz benimle geliyorsunuz. Dışarı ne kadar güvenli öğrenmemiz gerek. Daniel, yanına birini daha alıp suyun içilebilir olup olmadığına bak. Sonra yiyecek bir şeyler bulmaya çalışın. Olduğu kesin."
Belimdeki silahı alıp Olivia'ya fırlattım, "Senin sorumluluğundalar. İçlerinden birini sinek bile ısıracak olursa mezarını kazmaya başla."
Başını eğip, "Endişelenmeyin komutan."
"Hayır endişelenmiyorum. Endişelenmesi gereken sensin." Dedim kısık gözlerle.
Merak içinde dışarıyı izleyen insanlara dönüp, "Biz dışarıyı kontol edene dek burada durmanız gerek. Bizi neyin beklediğini bilmiyoruz. Daha net olmak gerekirse, dışarı çıkmanız yasak." Dedim. Hepsi başını sallayıp 'tamam' Dedi.
Dışarı çıkacağım sırada Veronika kolumdan tutup beni durdurdu.
"Peter için üzgünüm."
"Ben de öyle."
"Babanı ve anneni çok yakından tanırdım. Seninle gurur duyduklarından eminim."
"Oğlumu öldürdüğüm için mi?"
"Bu denli güçlü olduğun için. Ailen ve soyun insanlığı bugüne taşıdı, sen ise ölümün kucağından aldın. Kendine haksızlık etmeyi bırak, gelmiş geçmiş en iyi Koruyucu olduğunu biliyoruz. Sana çok şey borçluyuz, en başta hayatımızı."
"Teşekkür ederim, Veronika." Dedim kısık sesle.
Saatler evvel kaybettiğim oğlum, Peter... tonlarca ağırlık olup omuzlarıma çökmüştü.
Taşıttan indikten sonra ellerime baktım. Yüzlerce insanın kanı vardı elimde, şimdi oğlumun kanı da bulaşmıştı. Sertçe yutkundum. Nehre doğru koştum. Ellerimi kaç kez yıkadığımı hatırlamıyorum. Tüm kanın nehre karışıp gitmesini, yükümün hafiflemesini istedim.
Jane kollarımdan tutup kaldırdı. Kulağıma doğru alçak sesle, "kontolü yitirmenin sırası değil komutan. Herkesten çok güçlü durmanız gerek. Bu kadar ilerlemişken duramayız. Siz olmadan devam edemeyiz, toparlanın."
"Jane, güçlü olmak zorunda olmaktan nefret ediyorum."
"Biliyorum, biliyorum, az kaldı komutan. Burada huzur bulabiliriz. Burası tek şansımız. Her şey yoluna girdikten sonra yasımızı tutacağız." Dedi gözlerini gözlerimden ayırmadan.
Kafamı kaldırıp etrafı sürdüğümde insanlarım beni izlediğini gördüm. Hızla ayağa kalktım. Eğer Koruyucuysanız korkmaya bile izniniz yoktur. Herkesten daha dik ve daima en önde olmamız gerekir. Elimde olsaydı eğer sıradan olmayı her şeyden daha çok isterdim. Peter ile sıradan bir hayat sürmeyi, belki çiçek ekmeyi, güneşin doğuşunu batışını izlemeyi...
Çiftçi olabilirdim belki. Üç saatten fazla uyuyabilirdim. Peter'i kendimden bile korumaya çalışırken yalnız ölmesine müsade etmezdim, hayatım beni buna zorlamazdı. Lanet olası soy.
Mark ve William merakla bizi izliyordu. Jane eliyle 'sorun yok' gibi bir işaret yaptı.
"İyi misiniz komutan?" Dedi Mark.
"Elbette iyiyim."
Ailemi kaybetmemişçesine iyiyim.
Mark başını 'iyi' anlamında salladı. Ormana doğru yürüdüğümüz sırada William tereddütle de olsa, "Neden kimse şaşırmıyor? Dünyanın dışında hayat var!"
"Kehaneti hepiniz biliyorsunuz, ilk koruyucunun kızının bir grup insanla dünyadan ayrıldığı söyleniyor. Doğruluk payını bilmiyorum ama neden mümkün olmasın? Evren bu kadar büyükken neden bizi asla kabul etmemiş bir yerde kalmaya devam edelim? Evren, bizim bir gün reddedileceğimizi hesaba katmış olamaz mı?"
"Diyelim ilk koruyucunun kızı dünyadan ayrıldı ve buraya geldi. Neden sadece bir grup insanla gitti? Koruyucuyu neden yanına almadı? Babası değil miydi?" Dedi William.
"Benim Peter'i alacak vaktim oldu mu?"
Jane, susması için dirseğiyle William'ın karnına vurdu.
"Üzgünüm komutan, öyle demek istemedim. Sadece mantıklı gelmiyor." Dedi William.
"Kehanet olmasının nedeni de bu, gizem barındırmak zorunda." Dedi Mark.
Ve ardından devam etti, "Belki de dünya'nın düzeleceğine inancı vardı ve kızıyla gitmek istemedi. Böyle düşününce koruyucunun kızının yaptığı korkakça geliyor. Babasını bırakıp kaçmış."
"Söylediklerimiz birer tahminden ötesi değil, yüz yıllar önceydi. Ne yaşandığını bilemeyiz." Dedi Jane.
Konuyu kapatmak adına, "İnsanların arasında öğretmen olduğunu duydum, çocuklar için okul inşa edebiliriz. Sıradan ve sakin hayatları olabilir. Bildiğimiz her şeyi öğretebilir ve savaşız, kavgasız bir toplum oluşturabiliriz. Yumruklarını değil zekâlarını kullanabilirler. Bu fikir aklımdan hiç çıkmıyor ve o kadar güzel ki, nefesimi kesiyor." Dedim.
"Uzun zamandır hayalini kurduğumuz gibi." Dedi gülümseyerek Jane.
Önceliğimiz her zaman çocuklar olmuştur. Dünyadayken ayaklarının üstünde durabilecek yaşa geldikleri andan itibaren savaşçı olarak yetiştirdik. Bunu yapmak zorundaydık, aksi takdirde yaşayamazlardı. Dünya aklınızın alamayacağı kadar tehlikeli bir yer hâline gelmişti dostlarım.
En büyük yanılgı ve yenilgimiz de savaşı savaşla durdurabileceğimizi düşünmekti. Doğan her çocuğun eline top ve tüfek verdik. Oysa tek yapmamız gereken başlarını okşamaktı.
Etrafı incelerken bu şey kafamı kurcalayıp durdu. Koruyucunun kızı nereye gitmişti? Koruyucu neden yanında gitmemişti? Şimdi ne olacaktı? Tüm bu insanlarla hiç bilmediğim bir yerde ne yapacaktım? ve Peter... Manu...
Ardından kafamı kurcalayan her şey dağıldı, çünkü kafama sert bir cisimle, var gücüyle vuruldu. Dikkatimizin dağılmasını beklemişlerdi ve başarmışlardı.
Kimin, nasıl ve ne ara yaptığını bile anlamadan yere yığıldım. Gözlerim yavaş yavaş kapanırken Jane'in feryadı kulaklarımı doldurdu, "Komutan!"
"ama insanın - bireyin -,dünyayı-dağları, gökyüzünü ve denizi kendi başına gördüğü söylenecektir. insan kader ve ölüm üzerine yalnızken düşüncelere dalar. doğru. ancak dağların ve denizlerin insan için anlamlı olmasının nedeni, onun konuşabilmesi ve toplumun biçimlendirdiği bir bilince sahip olmasıdır. ölüm, kader ve deniz oldukça gelişkin toplumsal kavramlardır."
M.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OLUŞ VE YOK OLUŞ (G×G)
Science Fictionİnsan, her şeyin en kutsalı olduğu gibi, en kötüsüdür de. M.