buruşuk sararmış bir kâğıt bularak masanın başına oturdu adam. gıcırdayan sandalyenin adamı taşımasına gören şaşırırdı lâkin ne sandalye çöktü ne de adam kalktı.
dizlerini fazlaca kırarak bütün yükü kendinden geçmiş sandalyesine yükledi. bunun sebebi masaya sığmayan uzun bacaklarıydı.
tozlu masada kömür karası gözlerine ilişen kalemi iri ellerinin inceden yoksun tombuldan uzak kemikli parmaklarının arasına aldı. lacivert mürekkepli kalemin titrediğini fark etti. boşta olan elleri siyah dağınık saçlarının arasına sinirle girdi. dirseğini masaya yasladı. parmaklarının arasına sıkıştırdığı siyah tutamlarla bir süre öylece kaldı.
sinirliydi. derin nefes alarak kontrolde tutmaya çalışması boşaydı.
kalemin ucunu önünde duran kâğıdın baş köşesine bastırdı. fark ettiği şeyle sinirle saçlarından ellerini çekti ve oturduğu yerde dikleşerek elindeki kalemi rastgele bir yere fırlattı. "kahretsin!"
delirmek üzereydi. elleri sinirden titriyor, kulaklarına kadar yanıyordu. vücudunda dolaşan kanı duyuyordu, kalbinin hızlı darbeleri kulağında atıyordu.
ne olacaktı?
sinirle ayağa kalktı. sandalye yere kavuştu. bir süre ayakta, odanın ortasında durdu. yerde sapasağlam duran kaleme iri iki adım atarak uzandı ve yerden alarak etrafına bakındı. odasının kapısını açtı ve birkaç adımda mutfağa girdi. kahve ahşap bir çekmeceyi açarak oradan eline gelen ilk bıçağı aldı. odasına hızlı adımlarla girdi ve sandalyeyi doğrulttarak üzerine oturdu. bir süre bekledi, derin bir nefes çekti.
bu doğruydu. yapmalıydı. zaten kopacaktı hayattan. bir parmak değmesi lâzımdı, o da kendi parmağıydı.
sol elinin avcuna bıçağın keskin ucunu dayadı ve derince kesti. canı acımamıştı, canı pek bir insan değildi zaten. kesik sol elini bir süre izledi.
avucunda biriken küçük gölet, kan göleti.
sol elindeki kanın masaya akacağını bilmesine tezat yavaşça elini eğdi. kâğıt kaymasın diye baş köşesinden parmakları ile masaya sabitledi kâğıdı.
sağ elindeki dolma kalemin ucunu avcunda hâlâ toplu olan kan damlasına nazikçe değdirdi ve kalemi kâğıda yasladı.
masaya kan akıyordu ama bu onu etkilemedi ve hatta bu iyi bir şeydi. birikmiş kana daha rahat değdirebilirdi kalemini.
titreyen eli durulmuştu.
ve saniyeler sonra olay gerçekleşti.
kalemin namlusu kâğıdın katili oldu.
"kendini asan ruhum bedenimi çağırıyor. bedenim ruhuna kavuşmak istiyor.
ben, onları ayıramam. bizi ayıran fâni dünyanın onları ayırmasına izin veremem.
ben ruhuma erişmeye gidiyorum.
güzel kal. kendin gibi güzel kal.
ömrümü sana mektuplar yazarak adamak isterdim lâkin ruhumun yakarışları bedenimin arzusunu çoğaltıyor.
sanırım beni sarmalayacak olana gideceğim.
özür dilerim.
mektuplarını seni ilk gördüğüm parkta, salıncakların yanındaki büyük çınar ağacının altında bulabilirsin.
dört masal, sekiz mektup.
uykularını kaçıran kabuslarını bunların yitirmesini dilerim.
mektupları ayın her sekizinde, semanın turunculuğunu laciverte everdiği vakit aç, ve gözün dolmadan oku.
sadece bir yıl seninleyim. her ayın sekizi, lacivertin ebediliğinde.
seni severim, nefes alamazken de severim.
ömrümü ömrüne kıldığım, gözün dolacaksa okuma sakın. okuma, dayanamam.
yağmurların altında ağla sadece. yağmurlar sana destek olsun, gözyaşların al yanaklarını yakmasın.
hava soğuksa yağmura da çıkma. üşür küçük bedenin. sen üşüme.
ılık rüzgârlar ne zaman saçlarını savursa beni an. saçlarını okşayan ben olayım. yüzünde elim gezsin, saçlarının kokusunu da alıp havaya karışayım.
hoş kal gönül dağım."
ve adam mektubun yazılarının kuruduğundan emin olduktan sonra özenle katlayıp ona ulaşacağından emin olacağı şekilde ona yolladı.
mektubun onun evinin kapı pervazına yerleştirildiğinden haber aldığında yine kendinden geçmiş sandalyesine yerleşti.
bir dal sigara yaktı ve derin derin soludu dumanını. bu esnada batan güneşi karşısındaki camdan seyrediyordu.
biten sigara dalını masanın üzerinde ezdi ve masanın altındaki küçük çekmecesinden eline aldığı demirin soğuk namlusunu başına dayadı.
şimdi bu demirin içindeki tek bir kurşun, onu ruhuna kavuşturacaktı. gülümsedi.
karşıya baktı. sema artık onun için laciverte ebediyetti.
soğuk namlu hayatının varlığının sonu, katili.
"dörde kadar." diyerek mırıldandı kendine.
kapanan dudakları derin bir soluğu verdi dudaklarından.
dudaklarını araladı.
"dört."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
kalemin namlusu kâğıdın katili oldu.
Randomsoğuk namlu hayatının varlığının sonu, katili.