Final: Cennete Ulaşmak İçin Göklere Yükselmek Gerekmez

705 46 257
                                    

The Rose - Take Me Down

Selamlar dostlar! (>▽<)ノ Nasılsınız, ne var ne yok?

Benden yana, az önce büyük bir kriz atlattığım için hala kalbim heyecanla atıyor. Ne mi oldu? Tamı tamına dört bin kelime bok yoluna gidiyordu, ama kurtarmayı başardım, yine. ( ͝° ͜ʖ͡°)ᕤ 

Bu arada arkadaşlar, The Rose ve DAY6 dinleyin, adamlar cidden fena ya. (☞ ಥ‿ಥ) ☞

Neyse canım sizi bölümümüze alalım. Keyifli okumalar~

-----------

Kollarının arasını siyah ve uzun, bohçalanmış bir nesneyle dolduran Luo Binghe, çömelir pozisyonda şömineyi yakmakla uğraşan Shen Yuan'ın yanına gelip oturmak için ahşap kapıyı yavaşça itip içeri girdi. Getirdiği şeyi düzgünce yanına bırakıp az ötede olan minderleri çekmiş ve ikisinin de onlara oturmasını sağlamıştı. Bu sırada Shen Yuan, çoktan odunları tutuşturmayı başarmış ve parmaklığı kapatmıştı.

Luo Binghe'ya ve kumaşı çözmeye başlayan sakin ellerine bakarken suskun kalmıştı. Luo Binghe minderin üzerine bağdaş kurmuş, bohçanın içinden çıkan şeyleri kucağına teker teker biriktirirken acelesiz ancak istikrarlıydı. Gözler önüne çıkan uzun ve kapkara, kötücül bir aura vererek parlayan Xin Mo kılıcını üstünkörü bir kenara koydu.

Shen Yuan ona baktığında garip hissetmeye engel olamıyordu. Bu kılıç pek çok hadise ve duygunun kilit anahtarıydı, sanki bir asır boyunca yüz yüze gelmediği, eski, arası bozuk bir dostla yeniden karşılamış gibi nostaljik hissetmişti. Doğrusu Luo Binghe'ya sayamayacak kadar çok defa bu kılıçtan kurtulmasını söylese de, gelecekte olacak şeyleri ve onun kendisine gelmesini sağlayacak bir kapı olacağını kim tahmin edebilirdi?

Luo Binghe'nın dalgın bakışları yerde istenmeyen bir eşya gibi duran mağrur kılıca kaydı. "Ona artık ihtiyacım yok. Bunca zaman yanımdan ayırmaya cüret edemesem de, şu vakitten sonra onunla bir alakam kalmadı. Ne de olsa artık sıradan bir kılıç."

Shen Yuan başını omzuna doğru eğip "Onu artık istemiyor musun...? Peki neden şimdi, ansızın ondan vazgeçtin?" diye sordu.

"Sebebi sensin. Senin hakkında endişelendiğim için, bunu yapmaktan vazgeçtim." Luo Binghe hafifçe tebessüm etti. "Sonuç olarak, artık onu istemiyorum."

"Ah...?" Shen Yuan aklında ne olduğunu ve neyden bahsettiğini idrak edememişti.

Luo Binghe kafası karışmış haline bakıp nazikçe gülümsedi. "Geri dönme fikrinden vazgeçtim. Sadece, seninle burada yaşamanın iyi olacağını düşünüyorum." Diye izah etti.

Luo Binghe'nın aklen kurguladığı plan en başta söylediğini gibiydi. Shen Yuan'ı bulmak ve geri dönmek, birlikte. En başından beri yegane gayesi bu olmuştu. Ve gerçekten bir şekilde geri dönmeyi kafaya koymuştu. Ancak Shen Yuan'ın ailesi ile tanıştığında, onların samimi, sıcak ve sahiplenici ilişkilerine tanık olduğunda, Shen Yuan'ı onlardan koparmanın kötü olacağını fark etmiş ve bundan vazgeçmişti.

O sırada Shen Yuan onu sadece "arkadaş" olarak görüyordu, daha fazlası değil. Durum böyleyken onu buradan, evi bildiği yerden alıp götürmeye rızası olacak mıydı? Olsa bile, gittiğinde ailesini özlemeye devam edecekti, ve hafızası geri geldikten sonra bile onları unutmayacaktı. Shen Yuan bu şekilde nasıl mutlu olabilirdi? Tam aksine onu götürdüğü için Luo Binghe'ya kırgın ve gücenmiş olmaz mıydı? Öyleyse Luo Binghe amacına nasıl ulayacaktı? Nasıl kendini seçmesinin sağlayacak, nasıl yaralarını kapatıp ona o güzel gülümsemeyi yeniden kazandıracaktı? Shen Yuan zaten annesinden ayrılmak zorunda kalmıştı, bunun nasıl olduğunu en iyi o bilirdi. Bir de ailesinin geri kalanından onu ayırmaya yüreği yoktu.

I Won't Let You Go ✓SVSSS [ғᴀɴғɪᴄᴛɪᴏɴ]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin