Daralan göğüs kafesime inat zorla alabildiğim nefesim git gide hızlanırken tek yapabildiğim bütün bunların bir kabus olmasını dilemekti. Nasıl olurdu? Ayağımın ucundaki taşa sinirle tekme atarak bir ağacın altına bıraktım kendimi. Kendime sorduğum soruların hiçbirine cevap alamıyordum. Ne için yaşıyordum ya da neye hizmet ediyordum meçhuldü. Bir insan ömrüne sahip olsam bunları pek dert etmezdim belki ancak yüzlerce yıl yaşadıktan sonra varoluş sebebi aramak eninde sonunda gelip kapımı çalmıştı. Kim olduğumu bile daha yeni kavramaya başlıyordum.
"Kendini açık bir hedef yaptığının farkında değil misin?" Gayri ihtiyari bir şekilde sağıma döndüğümde İgnis'i gördüm. Kafam almak istemiyordu. "Ne hedefinden bahsediyorsun? Şaka mı yapıyorsunuz nasıl bir oyunun içindeyim söylesene" Karşıma geçmiş benden tüm bunları kabullenmemi bekliyor olamazdı değil mi? Bir gecede dünyam tersine dönmemiş gibi davranıyordu herkes. Alışamamak benim suçum değildi.
"Oyun falan yok!" Korkuyla irkildim. Sesi ilk defa bu kadar sert çıkıyordu. "Ne sanıyorsun? Bir yığın aptalın sana oyun oynadığını mı? Kendine gel artık!" Üzerime üzerime yürümesi içimde kaçma isteği uyandırdı. Reflekslerime güvenerek ayağa kalkmıştım ki beni omuzlarımdan tutup ağaca sabitledi. "Çocukça tavırlarına daha fazla katlanmam. Dinle. Bu saatten sonra yapacağın her fevri hareketin bir bedeli olacak. Gözümün içine iyi bak. Sence senin için başımı belaya sokacak birine benziyor muyum?" Beni iyice sarsıp çenemi yukarı kaldırarak kendine bakmamı sağladı. Yaptığı şey ağlama isteğimi ikiye katladığı halde gıkım çıkmaz hale gelmiştim. "Eğer..." Diyeceği her neyse yarıda kesildi. Tehlikeyi sezen bir hayvan misali havayı koklamaya başladığında kafam allak bullak oldu. Benim aksime, bunu bekliyor gibiydi.
"İti an çomağı hazırla"
Etrafıma bakındım, kimsecikler yoktu. "Git burdan" Şu sezgilerim bir kez olsun işe yarasalar ölürler miydi? "Hayır. Kim geldi, ne diyorsun?"
Göz bebeklerindeki alev topları ışıl ışıl yanıp sönerken bir adım geriye gittim. Korkunç görünüyordu. Bende de pes edecek niyet yoktu. Aniden başıma saplanan feci acıyla dumur oldum. Tarifi zordu. Yüksek frekanslı bir ses dalgası kulağımdan girip çıkıyordu sanki. Sıktığım dişlerimin arasından güç bela konuşabildim. "Ne yapıyorsun bana?" Ayaklarıma baktığımda ondan uzaklaştığımı farkettim. Farkettim diyorum çünkü bu emri beynimin vermediğine kesinlikle emindim. Kendimi koca gövdeli bir ağacın arkasına saklanmış halde buldum. Etkisi altından kurtulmak için olağanüstü bir çaba göstersem de mümkün değildi. Yapamıyordum. O, tahmin ettiğimden de güçlüydü.
Keskin rüzgar suratımı yalayıp geçti, tehlike çanlarım çalarken Ignis ortalıkta öylece bekliyordu. Bu bekleyişin hayra alamet olmadığını biliyordum. Havanın rengi değişerek kızıla çaldı. Ağaçlar birbirine fısıldıyor, hayvanlar teker teker hayatını güvenceye almak için yuvalarına koşuşturuyorlardı. Kuru topraktan gelen, toynak seslerini andıran patırtılar gittikçe üzerimize yaklaşıyordu. Zemin tam anlamıyla sallandı. Ignis'in sırtı bana dönüktü, ne yaptığını kestiremiyorsam da canının yandığını anlayabiliyordum. Kendini gelecek olan şeye hazırlıyordu. Sanırım bu işi başımıza ben açmıştım. Sanki bir şey yapabilecekmişim gibi yanına gitmek istedim ama iradesini hala yenemiyordum. Vücudu aniden alev aldı. Kalbimin atışını kulaklarımda hissettim. Soğuk soğuk terliyordum. Gürültüler kesildi, geriye tekinsiz bir sessizlik kaldı. Görüş alanıma iskeletten bir at toynağı girdi. Sürünün en önünde duran, yüzünü seçemediğim şey kısık sesiyle konuştu, "Ignis, tahmin etmeliydim. Bizden biri olduğu halde ihanet edebilecek tek kişi." Parmağıyla beni oraya elleriyle koymuş gibi gösterdi. "Hem de bir hiç uğruna!" Öylesine öfkeli söylemişti ki korkudan nefesim kesildi. Kıllı elini tokalaşmak adına öne doğru uzattı ancak beklediği yanıtı alamadı. "Kızı ver, efendilere katıl. Pişman olmayacaksın" Aman Allahım. Karnımdaki sancı her yerime yayılırken ikisini izlemekten başka çarem yoktu. Kulaklarımı tıkamak istedim. Kabul ederse asla direnemezdim, bunlar beni canlı canlı yerdi. Saniyeler süren sessizlik benim için yıllara tekabül etmişti. "Sana ne vaadettiler? Rütbe mi? Kadınlar mı?" Güldü. Sürü liderini baştan aşağı öyle bir süzdü ki ben aşağılanmış hissetmiştim. "Bana sorarsan, oldukça fazla bir bedel"
Karşısındakini sinirlendirmişe benziyordu. "Orası seni ilgilendirmez" diye kükredi yarı üzüntüyle. "O efendilerin var ya, saklanmaktan başka bir boka yaramaz"
"Her zaman dik başlıydın. Bana başka seçenek bırakmıyorsun" Havaya kaldırdığı elini aşağı indirdi. "Saldırın" O an ne olduysa oldu. Ignis önüne çıkan karanlık yaratıkları bir alev dalgası misali içine kattı. Kanatlarını savurarak savunma yapabilecek alanını açtı. Küller etrafta uçuşmaya başladı. Acı inlemeler birbirine karışıp tam anlamıyla kaosu gözlerimin önüne serdi. Derken arkamda sıcak bir nefes hissettim. Salyası omzuma damlıyordu. Ben çığlık bile atamadan, yaratık ayağına dolanan kızıl renkli zincirden kurtulmaya çalıştı. O da tıpkı benim gibi Ignis'in gücüne yenik düşerek yerdeki derin yarığa girip cehennemi boyladı. Bu sefer kendi isteğimle ağaca bir kalkanmışçasına sıkıca sarıldım. Yüzlercesi etrafımızı sarmıştı. Bizi parçalara ayırmak için yerinde duramıyor, aklını yitirmiş bir adam gibi çıldırıyorlardı. Gözlerimi kapayıp bunun bir kabus olmasını diledim. Güvende olmayı, buradan yok olmayı istedim. Açtığımda ise beni çepeçevre saran mavi bir engelle karşılaştım. Şaşkınlıkla ne olduğunu çözmeye çalıştım. Parmağımı dokundurdum, öteki tarafa geçemiyordu. Saydam bir baloncuğun içine hapsedilmiştim adeta.
İgnis'e minnettarlıkla baktım, ancak o da şaşırmışa benziyordu. Ne yani? Bunu o yapmamış mıydı? Kendimi psişik dünyaya fazla kaptırmıştım sanırım. Elbette o yapmıştı. Fakat büyük bir sorunumuz vardı. Bana yaklaşamayacağını anlayan yaratıklar İgnis'e hücum ediyor, birkaçı ona zarar vermeye başlıyordu bile. Suçlulukla dolup taşmıştım. Bir şeyler yapmam gerekiyordu. Yardım etmek şuraya dursun, işini zorlaştırır mıydım hiçbir fikrim olmasa da öylece bekleyemezdim.
Öncelikle kalkanı geçmem gerekiyordu. Tekmeyle kırmaya çabaladım. Canımın yandığı yanıma kar kalmıştı. Bileğimi ovdum. Böyle olmayacaktı. Hemen elime iri bir taş alarak kırmayı umdum. En ufak hasar bile verememiştim. Ellerimle ittirdim yine olmadı. Kendimi zorlayıp iyice odaklandım. Zihnime emirler yağdırıp durdum derken öfkemi harlayan şey Ignis'in inleyişi oldu. Sırtına aldığı derin darbeden süzülen kanlar göz bebeklerimi kapladı. Daha fazla dayanamazdı, sayıları çok fazlaydı. Sanırım bir tür ani güç patlaması yaşıyordum. Bu şey her neyse mükemmel hissettiriyordu. Kalkan paramparça olarak beni serbest bıraktı.
Görüşüm o kadar netleşmişti ki ruhlarının suretini görebiliyordum. Ayağa kalkıp hırsla bağırdım "Uzak durun ondan!" Fazla umursamadılar. Kafam patlayacak gibiydi. Ama acı yoktu. İki boynuz beliriverdi sağ ve solumda. Dengemi sağlamakta zorlandım. Sırtım ikiye ayrılıyordu. İçlerinden birini elime geçirdiğim gibi gözlerinin içine baktım "kanında boğul" O dehşet ifadesini nerde görsem tanırdım. Nefes almaya çalışıyordu ama ciğerleri kaldıramadı. Suratıma sıçrayan kanları tiksintiyle silerek onu bir kenara fırlattım. O esnada ufak çaplı bir acı hissettim. Koca bir balta saplanmıştı sırtıma. Sinek ısırığından farkı yoktu. Derin yaraya baktım, baltanın sapını tutarak onu etimden ayırdım. Ve bunu yapma cüreti gösteren ucubeyi bulup kemiklerinin kuru bir dal parçası gibi kırılmasını emrettim. Diğerleri şahit oldukları şey karşısında Ignis'ten uzaklaşmışken benim henüz onlarla işim bitmemişti. Yeni tanıştığım kanatlarımdan bir tüy koparıp deneme amacıyla gözüme kestirdiğimin kalbine isabet etmesini sağladım. Bedeni karardı ve anında yere kapaklandı.
Liderleri emretti. Anlaşılan rüzgar ters yöne esmeye başlamıştı. "Geri çekilin!" O kadar kolay değildi. Kaçışıyorlardı ancak planımdan bir haberlerdi. Kontrol edebildiğim yegane şeyler üzerinde odaklandım. Hayal gücüm genişti. Topraktan çıkan ölü bedenler hipnoz olmuşçasına sürü üyelerine saldırıyor, onları sadık Bartzabel'in çocuklarına birer yem yapıyorlardı.
Orman ayağa kalktı, doğa öfke doluydu. Kalın kökler ayaklarına sarıldığı düşmanlarını alt katmana çekti. Her yer buram buram ölüm kokuyordu.
Birkaç dakika sonra sürüden neredeyse iz kalmamıştı. Yılanların iştahı yerindeydi. Cesetler görevleri bitince tekrar ait oldukları derin çukurlara gömüldüler. Birçok yerinden yara almış Ignis'in yanına gideceğim anda lider olan gözüme takıldı. Kaçıyordu. Tam harekete geçecekken gücünü toplayan Ignis, gövdesini lav haline getirerek yer ile yeksan etti. Ona baktım. Ağzındaki avuç dolusu kanı tükürerek göz kırptı. İçimden tebessüm etmek geldi ama yapamadım. Başım dönüyordu.
Az önceki güç, bedenimi yavaş yavaş terk etti. Kanatlarım kozadan yeni çıkan bir kelebeğin kanatları misali büzüşerek tenimde kayboldu. Aklım tekrar başıma gelirken derman kalmayan dizlerim kendini öylece bıraktı ve son gördüğüm şey Ignis'in telaşlı ifadesi oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOVULMUŞLARIN AŞKI
FantasyYıllar önce dünya, karanlık ve aydınlık taraf olmak üzere ikiye ayrıldı. Periler, yıllarca topraklarda hüküm sürerken gölgelerin gözünü unutulmanın verdiği hırs bürüdü. İsyanlar bastırıldı, iblis soyları kurutuldu. Ancak unuttukları bir şey vardı. Y...