[Pan's Lullaby - Erutan]
rüzgârın savurduğu yaşlanmış ağacın güzel yapraklarını seyre dalmışken, göz kapaklarımı büyük bir yorgunlukla yumdum. öğle saatlerinde dağın eteklerine gitme fikrini hoş bulmasam ve yıllardır hiçbir mevsimi uğurlamamış, aynı şekilde hiçbir mevsimi karşılamamış olsamda; benim için asla bir anlam ifade etmeyen bu bayramda yalnız bırakmak istemediğim kız kardeşime eşlik etmiş, yanında bulunmuştum. bayram diyordum çünkü yirmi bir martı baharın başlangıcı olarak kabul eden bazı insanlar, elli bir yıldır hallasan dağınının eteklerinde toplanır; rivayete göre dilek ağacı olarak kabul ettikleri bu ağaca dileklerini yazıp giderlermiş.
bense elbette inanmamıştım. buradaki ağaçlar o kadar fazlaydı ki ağaçların yaprakları; tepemizde parlayan güneşi bulutlar kaplamış gibi örtüveriyordu. bunca ağaç varken neden en yaşlı olanına inanmalıydık ki?
kardeşimi beklediğim sıralarda kapattığım gözlerimi, bir süre sonra burnuma değen polenler yüzünden açmak zorunda kaldım. aniden hissettiğim bu kaşıntı, yerimde hafifçe sıçramama neden olurken, burnumu kırıştırıp hapşırmamı engelledim. araladığım kısık gözlerimi de polenlerin geldiği yöne doğru çevirdim.
eşit denecek şekilde iki yana ayrılmış saçlarının ön kısımlarını serbest bırakıp sadece arka kısımlarını at kuyruğu yapmış ve o kuyruğu da mor bir fularla bağlamış; daha önce hiç denk gelmediğime emin olduğum kadar iri inci gözlü, en önemlisi de iki eliyle tuttuğu karahindibasını üflemek için dudaklarını büzmüş, aynı zamanda yanaklarını da şişirmiş bir adam gördüm.
elindeki şeyi daha fazla üflememesini, çünkü üflediği polenlerin bana doğru savrulduğunu, bu yüzden de büyük bir rahatsızlık duyduğumu söylemek için o'na yaklaşacakken, daha önce böylesi bir masumiyete şahit olmadığımı fark ettim. o'nun güzelliği ve duruluğu masallarda bile geçmiyordu. mâni olamadım, üflemesini durduramadım. karahindibası da ikinci üfleyişinde bitti zaten. önündeki insanlar da yavaş yavaş azaldı, belli ki dilek dilemek için sırada bekliyordu. elindeki dilek dolu kağıdına son kez baktı. ve ikiye katladı. heyecanı, kağıdı tutan sağ elinin baş parmağındaki etleri, işaret parmağıyla kazımasından anlaşılıyordu. anlaşılan bu zırvalığa inanıyordu. sabırsızca postallarının topuklarını yere vurması da düşüncelerimi destekliyordu.
önündeki insanlar bir bir alanı terk ederken sıra tam ona geldiği vakit saçındaki fularını yavaşça çözdü. dalgalı saçları uyumla döküldü. hareketlerini izlemek hiç tuhaf gelmiyordu. hatta sırf bu hareketleri izlemek için yıllarca beklemiş ve yirmi yedi yılın sonunda buraya gelmişim gibi hissettiriyordu. kendimi toparlayıp başka yöne bakamayacağım âşikardı. her hareketi bir merak uyandırıyor, bir sonraki adımını takip ettiriyordu. özetle; dikkatimi almıştı.
sıcaktan olsa gerek giydiği kot ceketinin kollarını aleladele yukarı kıvırmışsada kızaran yanaklarına mâni olamamış, bir yandan havanın sıcaklığına dair yumuşak sesiyle mırıldanırken diğer yandan parmak uçlarına yükselerek fuları yardımıyla kağıdını ağaca iliştirmişti.
işi bittiğinde tekrar topuklarına bastı. çözülen saçları bir ara toplu olduğu için kabarmıştı. dokunsam pamuk tarlasındaymış gibi hissedeceğime emin olduğum saçlarına daldırdı parmaklarını. diğer insanlara yol vermek için utangaç selamla ayrıldı ağacın önünden. aynı zamanda düzeltti kulağının biraz altında biten dağınık saçlarını. gitmeden önce bir kez daha çok uzaktan baktı ağaca. her ne hikayesi varsa bu ağacın, biliyor gibi görünüyordu. çünkü ondan daha gururlu, daha içten gülen birini görmemiştim henüz.
sırada olan onlarca insanın gerisinde durdu. çok fazla arkamda kaldığı için görüş alanım kapandı. kalbimin anlamsızca daraldığına şahit oldum. ve heyecanla attığına da. ilkbaharın ilk gününde, hayatımda ilk defa bir insanın hareketlerini seyretmiştim. şimdi de o, gidiyordu. belki seneye tekrar görürdüm. ama ya göremezsem?
saniyeler içinde gözden tamamen kayboldu. bir maceranın sonuna, daha başlamadan ulaşmıştım. arkaya bakan başımı önüme çevirdim. kafamı kurcalayan adama o kadar dalmıştım ki ağaçtaki herbir kurdelenin yahut ipin mor renkte olduğunu yeni fark etmiştim. ancak ayırt etmeye gerek kalmadan hepsinin içinden o'nun kağıdını seçebiliyordum. kalabalığı sıyırarak, merak uyandıran adamın kağıdının yanına ilerledim. açıp açmamak konusunda sonsuz kararsızdım neticede bu özel sayılırdı. bir yandan da ya ismi yazıyorsa diye düşünmeden edemedim. parmaklarım yukarı uzanmış, öylece kararımı bekliyorlardı.
"ne yapıyorsun evladım? açma sakın! ya kabul olmazsa çocukcağızın dilekleri?"
arkamdaki orta yaşlı amca, bileğimden tutarak bu hataya düşmeme engel oldu. haklı olduğunu düşünerek başımı salladım. yaptığım şeyin savunulacak tarafı yoktu.
"iyi de neden bu ağaca inanıyorsunuz? sahiden dileklerinizi gerçekleştiriyor mu?"
"elli bir yıldır her güzel ve hayırlı dileği kabul etmiş. buralarda o zamanlar bir tek bu ağaç varmış. rivayetlere göre mart ayında bu ağaç sayesinde tanışan iki oğlan birbirine aşık olmuş ve birbirlerini dilemişler. zaten yirmi mart dünya genelinde ilkbahar olarak kabul edilir. tabii altı mayıs olduğunu iddia edenler de var. yirmi mart bayramına nevruz derler, altı mayıs bayramına da hıdrellez. ancak bizler için kabul görülen tarihin yirmi bir mart olmasındaki neden; aslında ilkbaharın gelişinden çok bu iki aşık oğlanın ilk baharıdır. dünyada nevruz bayramını yahut hıdrellez bayramını kutlayan milyonlarca insan varken bu bayram, yani "mor bahar günü" ise çok başkadır. herkes kutlamaz. onlar ilkbaharı kutlarken biz, ilkbaharlarını yaşayan iki oğlanı anarız. burası bu yüzden dilek ağacı. burası birbirlerini dileyen iki oğlanın ağacı. bazen duyuyorum konuşulanları. çoğu insanın dileği aynıdır biliyor musun? elli bir yıl önce tanışan bu oğlanların, öldükten sonra bile birlikte kalmaları. kendileri için bir şeyler dileyen insanların dilekleri de hayırlıysa şayet, kabul ediliyormuş. bu yüzden bırak, dokunma o kağıda. belki çok istediği bir şeydir. açıp da bozma büyüsünü."
söylenilen her şey öylesine içime işlemişti ki, parmaklarım çözülmüş, kağıttan uzaklaşıvermişti. kağıdın güzel bir kokusu vardı. avuçları mı sinmişti bilmiyorum. zaten çok sıkı tutmuştu, yoksa bu güzel koku nasıl sinecekti bir parçaya?
o an koşarak kardeşimin yanına gittim. bir kağıt istedim fazladan da kurdele. dilek dileyecektim ve gerçekleşmesini bekleyecektim. heyecandan sımsıkı tuttuğum kalemden birkaç kelime döktüm kağıdıma.
"ben park jimin;
karahindibayı yüzüme doğru üfleyen adamı tekrar görmek istiyorum. lütfen bana yardımcı ol ihtiyar ağaç.""sen, baharın başlangıcı, çocuk.
nefesin, ilk rüzgâr esintisi;
sesin, bir kuşun ilk kanat çırpışı
avuçlarının kokusu, baharda açan ilk kardelen çiçeği;
dudaklarının kenarı, sıcacık güneş
yüzündeki benlerin, bahar akşamının ilk parlayan yıldızı
saçların bir denizin dalgası
rengini elmalardan aldığın al yanakların
ve gözlerin, gözlerin sanki bayram coşkusu.
sen, baharın başlangıcı, çocuk."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
your love will be safe with me
FanfictionElli bir yıllık dilek ağacı ve her baharın başlangıcında o ağacın altında toplanan insanlar.