Zamanı geldiğinde herkes elbet bir gün ölecekti, peki ya erken ölümü seçenler?
○●○●
"Ya bugün kendini nasıl hissediyorsun?" Jooheon masasına yaslanarak karşısındaki çocuğa sordu. Daha on dokuzundaydı fakat sırtında bir sürü yük vardı. Jooheon tepkisiz bir şekilde hâlâ kendisine bakan gencin cevap vermesini bekliyordu.
Changkyun oturduğu koltukta rahatsızca kıpırdansa da yüzündeki maskeyi indirmedi. Psikoloğu bile olsa hiç kimseye güvenmiyordu. Bu zamana kadar en değer verdikleri bile ona arkasını dönmüştü, tanımadığı basit bir psikolog mu dönmeyecekti?
"İyiyim doktor, her seansımızda bunu soruyorsun. Cevabım değişmeyecek, iyiyim." diyerek bıkkınca konuştu Changkyun. Bu küçük oda artık onu boğmaya başlamıştı. Yarım saattir doktorun sorularını geçiştiriyordu fakat doktor usanmak bilmeden sormaya devam ediyordu.
"Benim görevim bu Changkyun, Senin gibi daha hayata doymamış insanları yeniden hayata bağlamak benim görevim. Lütfen izin ver de seni hayata bağlayabileyim." Jooheon artık dayanamıyordu. Ailesinin zoruyla gelen bu genç ne yaşamıştı da bu yaşında bu hâllere düşmüştü, öğrenmek istiyordu artık.
Changkyun ilk seansına geldiğinde o kadar güzel bir gençti ki âdeta etrafına ışık saçıyordu. Fakat zamanla gözlerindeki parıltılar daha sonra ise etrafındaki ışıklar sönmüştü. Changkyun günden güne ölüyordu fakat kimse fark etmiyordu. Bunun sebebini bilmemek de Jooheon'u çıldırtıyordu. Mesleği gereği her zaman sakin bir yapısı vardı fakat Changkyun'un bu hâllerini gördükçe onun ailesine içten içe kızmaya başlıyordu.
"İyileşmek istemiyorum ki ben. Ailem boşuna para veriyor size. Hâlâ hastalıklı olmadığımı anlayamadılar." Changkyun sessizce mırıldansada Jooheon onu duymuştu. Heyecanla yaslandığı masadan ayrıldı ve koltukta oturan Changkyun'un bacaklarının önünde eğildi.
"Hastalıktan kastın ne Changkyun? Hadi, anlat bana." İkna edici bir ses tonuyla konuştu Jooheon. Changkyun'un morarmış göz altlarına acıyla bakarken hâlâ umutluydu. Bu çocuğu hayata yeniden döndürecekti.
Changkyun aklına gelen kötü anılarla koltuğun kenarlarına siyah ojeli parmaklarını batırırken derin derin nefesler almaya çalışıyordu. Bu zamana kadar çok ağır şeyler atlatmıştı, atlatmaya devam ediyordu fakat narin vücudu daha fazla dayanabilir miydi, emin değildi. "Ailem... eşcinsel olduğumu öğrendiler. Bu yüzden aylarca o evde iş-işkenceye mâruz kaldım." Dolan gözlerini ona endişeyle bakan doktoruna çevirdi ve devam etti. "Bana hastalıklıymışım gibi davrandılar doktor. Sadece hemcinsimden hoşlanıyorum diye."
Jooheon duyduklarına karşı öfkeyle burnundan solurken masanın üzerinden aldığı peçeteyle Changkyun'un gözlerini sildi nazikçe. Demek bu yüzden Changkyun her geldiği zaman günden güne daha çok çökmüş oluyordu. Jooheon sanki kendi canı acımış gibi yüzünü buruşturdu ve Changkyun'un ellerini tuttu.
"Sen hastalıklı değilsin Chang, asıl böyle düşünen ailen hastalıklı. Hemcinsinden hoşlanman tıpkı karşı cinsinden hoşlanman kadar normal bir şey." Jooheon ne kadar konuşsa da Changkyun için artık her şey bitmişti.
○●○●
Sonbahar mevsiminin yağmurlu gününde kayalıkların üzerinde oturarak ıslanıyordu Changkyun. En sevdiği mevsimde ve en sevdiği havada oturmak onu şimdilik mutlu ediyordu. Derin bir nefes çekti ve ıslanmış toprak kokusunu ciğerlerine doldurdu.
Saat gece üçtü ve yağmur yağdığı için Han Nehri bomboştu. Changkyun kendini cesaretlendirdi ve ayağa kalkarak birkaç adım attı. Fırtınadan dolayı dalgalar sertçe kayalıklara çarpıyordu.
"CHANGKYUN!"
Changkyun arkasından gelen bağırış sesiyle arkasını döndü. Birkaç adım ötesinde Jooheon gözleri dolmuş bir şekilde ona bakıyordu. "Senin ne işin var burada?" Changkyun merakla sordu. Burada olduğunu nereden bilmişti ki bu doktor? Sahi ne zamandır gitmiyordu seanslara? Bir ay? İki ay? Zaman kavramını yitirmişti Changkyun.
"İn çabuk oradan! Nasıl kendini öldürmeyi düşünürsün?" Jooheon acıyla haykırdı. Daha onu sevdiğini bile söyleyememişti, bu aptal çocuk öldürmeye çalışıyordu kendini. Changkyun omuzlarını silkti. "Yaşamak için bir sebebim yok doktor. Varlığım silinirse daha mutlu olacak insanlar var bu hayatta. Ölerek onları mutlu ederim fena mı?" Alayla sordu.
Gök sanki yırtılırcasına gürlerken Changkyun son kez gökyüzüne ve ona dolu gözlerle bakan Jooheon'a döndü. Son kez gülümsedi ve kendini sırtüstü bırakarak derin sulara gömüldü. Yüzmeyi çok iyi biliyordu fakat kurtulmak için çabalamadı ve ölümü bekledi. Zaten aldığı nefes ciğerlerine yetmezken üstüne ciğerlerine dolan su ile boğularak oracıkta can verdi.
"CHANGKYUN! HAYIR!" Jooheon bağırsada artık nafileydi.
Bir canın daha ailesi, çevresi yüzünden canı gitmişti. Sahi bunda suçlu olan kimdi? Canın sahibini intihara sürükleyen ailesi mi yoksa kendisi mi?
○●○●
Angst yazdım yine...
Umarım beğenirsiniz :")