Bir hafta boyunca büyük babam ile tek kelime etmedim. O genellikle bahçeyle uğraşıyordu. Bense daha çok annemin hazırladığı kutunun içindekileri okumaya başlamıştım. Doğrusu her şeyi fazlasıyla açıklayıcı bir şekilde yazmıştı. Aslında onun bu kadar fazla araştırma yapması bir yandan pek iyi olmamıştı. İsmimi Diana koyduktan sonra her şey başlamıştı değil mi?
Buraya gelmemin dördüncü günü büyük babam Charles ve Charlotte ile Paris'e gitmeme izin verdi. Lestrange köşkü Montpellier şehrindeydi. Fransa'nın güney kısmındaydı. Paris'e gitmek için muggle yöntemlerini kullanmaya karar verdim.
Sabah saat yedide trene bindim. Charles ve Charlotte zaten Paris'teydiler. Tren yolculuğu boyunca bende kitap okumaya karar verdim. Normalde büyücü romanı aşığı değilimdir. Ama bu kesinlikle güzeldi. Genç bir cadının Dünya'yı gezmesini anlatıyordu.
Dört saatlik yolculuğun ardından Paris'e geldiğimde burayı özlediğimi fark ettim. Sanki tekrar eve dönmüş gibi hissediyordum. Sonunda Eyfel Kulesinin önüne geldim. Buradaki meydanda beklemeye başladım.
Birkaç dakika sonra Charles göründü. İkimiz sıkıca sarılırken:
"Seni çok özledim."
"Bende öyle mon chéri."
"Charlotte nerede?"
"Birazdan burada olur."
Mermer basamaklardan birine oturduk. O bana Noel'den beri ne yaptığını anlattı. Ben ona. Sonunda elinde karton çantayla gelen Charlotte'ı gördük. Charlotte:
"Kruvasan ve kahve."
"Sen harikasın."
Charles elindeki paketleri alırken biz sıkıca sarıldık. Kahvaltımızı ederken Charlotte:
"Vaftiz babanın aklanmasına sevindim."
"Teşekkür ederim. Eee ben yokken siz ne yapıyorsunuz?"
"Bilirsin her zamanki gibi."
Charlotte bunu söylerken kızarmıştı. Charles:
"Charlotte ve ben sevgiliyiz."
"Charles!!"
Charlotte ona kızarken ben kıkırdadım. Charlotte:
"Kıkırdama..."
"Ne? Bu güzel bir haber. Aşk hayatı benim gibi olmayanları daha çok seviyorum."
Bu sefer ikisinin yanakları kızardı. Charles:
"O sarı kafa hala seni rahatsız ediyor mu?"
"Şimdilik hayır. Edemez zaten."
"Ya kızıl kafa?"
"Kızıl kafa kim?"
Charlotte'a Fred'i anlatmıştım. Ama genellikle aşk hayatımı Charles'a anlatmazdım. Charlotte:
"Hani turnuva zamanı yaşlandırma iksiriyle girmeye çalışan ikizler vardı ya? Onlardan Fred olan..."
"O iş başlamadan bitti Charlotte."
"Nasıl??"
Sonunda tüm olayı anlattım. Charles:
"Kesinlikle onun hatası. Eğer sırların ile seni kabul edemeyecekse hiç etmesin daha iyi."
"Çiftler arasında sır olmamalı. Eğer her şeyi ona anlatmayacaksan ne anlamı var? Hem senin benden sakladığın sırlar mı var."
Charles ensesini kaşırken:
"Ne demek istediğimi anladın Charlotte. Bazen kendi sırlarımız vardır. Kimseye söylemediğimiz. Seninde vardır elbet."
"Bu konuyu kapatabilir miyiz?"
Benim çıkışımla ikisi de bana baktı. Charlotte:
"Neden alışverişe çıkmıyoruz. Hem bu hafta sonu için elbise aldın mı?"
"Ne var ki bu hafta sonu?"
"Sen bilmiyorsun tabi ki. Cartier ailesini hatırlarsın. Hani Monako'lu safkanlar. Onların en büyük kızı evleniyor. Eminim size de davetiye gitmiştir."
"Katılmam büyük ihtimalle."
"Pierre Lestrange biraz tanıyorsam mon chéri, seni kolundan sürükleye sürükleye o düğüne götürür."
Charles bunu söylediğinde kaşlarımı çattım. Charlotte:
"Hadi alışverişe gidiyoruz. Kalkın... kalkın dedim..."
*
Eve döndüğümde ellerim paketlerle doluydu. Fazlasıyla eğlenmiştik. En sevdiğim kısım tatlı dükkanı olmuştu. Bir sürü şey sipariş edip hepsinden sadece bir çatal almıştım. Dükkan sahibi bizi kovmadan önce fazlasıyla eğlenmiştim.
Daha sonraki günler büyük babam ile konuşmaya başladık. Ona hala dargın olduğum için pek yakın değildik. Ama onunla bahçede zaman geçirmek eğlenceliydi. Özellikle üzüm bağlarını gezmek.
Cuma akşamı salonda büyük babam ile oturuyordum. Büyük babam kuzgunlarını beslerken bende annemin kehanet araştırmasını okuyordum. Bir defa bitirmiştim. Şimdi daha karmaşık gelen kısımlara tekrar bakıyordum.
Büyük babam:
"Bu pazar günü Monako'ya geçeceğiz. Belki duymuşsundur Cartier ailesinin büyük kızı evleniyor."
"Evet Charlotte söylemişti."
"Diana belki Antoine Cartier'i duymuşsundur."
"Hayır."
"Ah keşke annen seni Fransa'da büyütseydi. Bazı şeyler daha kolay olurdu."
Bu yoruma gözlerimi devirirken büyük babam:
"Neyse. Yarın sabah hazır ol. Cartier ailesini daha önce ziyaret edeceğiz. Düğünden önceki günü onlarla geçireceğiz."
"Neden?"
"Sonra... sonra..."
Elimdeki kağıtları kutuya koyduktan sonra salondan çıktım. Eğer nişan saçmalığını bir daha açarsa evden kaçmayı not ettim. Ama o kadar kötü olamaz değil mi? Yani nişanlanmaya en sonuna kadar karşı çıkacağım. Eminim bu sadece aileler arasında konuşulmuştur. Eminim.
***
Cumartesi sabahı büyük babamla birlikte cisimlendik. Ayaklarım yere değdiğinde sıcak hava kesinlikle güzel hissettirmişti. Taş sokaklar Montpellier'i andırıyordu. Bu küçük Fransız prensiliği insanı neşelendiren bir ruha sahipti.
Küçük bir yazlık evine geldiğimizde içeri girdik. Kapıyı açan ev cini:
"Kendinizi tanıtın lutfen?"
"Pierre Lestrange ve torunum Diana Black."
"Beyefendi sizi bekliyordu."
Ev kesinlikle abartılı bir şıklığa sahip değildi. İçerisi gayet hoş döşenmişti. Geniş balkona geldiğimizde uzun bir masa hazırlanmıştı. Ve herkes sohbet ediyordu. İçimden geçen tek şey şuydu:
'Fransız cadı ve büyücü sosyetesine merhaba de Diana...'
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ölüm Meleği...
FanficDiana Hamilton ebeveynlerini ölü bulduğu zaman hayatının değişeceğini düşünmemişti. Fransa'daki hayatı geri kalırken okul kaydı bir anda Büyücülük Dünyasının en popüler okulu Hogwarts Cadıcılık ve Büyücülük okuluna alınmıştı. Diana şimdi sakin bir d...