Kalabalık… Hiçbir zaman kaybolmayacak ve post modern dünya türemeye devam ettikçe artacak tek olgu! Sağından, solundan; önünden ve arkasından umarsızca kendi küçük dünyalarına koşturan devasa kalabalık! İlk 3 düğmesi açık beyaz gömleği, soğuk havayı sırtlıyordu sanki, üzerine yapışmış ceket ve kabana inat… Dağınıktı saçları, elleri cebinde ilerliyordu bilinmez bir boşluğa. Hayatını bombok eden kadına dahi sitem edemeyecek durumda olması mıydı ironik olan, yoksa daha da kötüsü vahşi bir hastalığa tutulduğu mu? Cebinde bir titreme hissetti. Telefonuydu. Elif… “Seni çok özlüyorum, gelsen diyorum biraz görüşsek, olmaz mı?”… Dolan gözleriyle derin bir iç çekti. Ne olacaktı, nasıl olacaktı? Bu hastalığın pozitif olan tek yanı, testteki sonuç kısmında yazan “pozitif” kelimesi olmalıydı… “Meleğim” yazdı, “Yarın yanına geleceğim, bütün gün seninleyim. Sana söylemek istediğim şeyler var. Şimdi biraz yoğun olduğum için yazamayacağım, özür dilerim. Seni seviyorum.” Mutlu olmalıydı Elif. Belki de son kez. Artık evlenemeyecekleri kesinleşmişti. Monotonlaşsa da, bambaşka insanlar bütünlüğünü oluştursalar da, Elif’i seviyordu. Ziyadesiyle seviyordu hemde. Ancak her şey gibi, bununda sonu gelmişti. Bitmesi gereken bir ilişki?! Ne trajedi…
Asıl trajedi, ölmek değil, ziyan olmaktır aslında. O, ölümden de beter olan safındaydı. Ziyan olmuştu. Heba olmuştu. Peki ne için? Vicdansız, umarsız bir kadının 50 lira adına, alkollü veya libidoları tavan yapmış erkekleri etkilemesi uğruna! Bir kadının maddi hevesleri uğruna! Nefret, nefret, nefret..! İçini pis bir nefret kapladı. Ancak bu, öncekiler gibi değildi. Onu ziyan edenlerden intikam almak istiyordu. Onlara, çektiği acıyı fazlasıyla iade etmek istiyordu. İntikam alacağı kişi ölmüş olabilirdi belki, ancak geride kalanlar? İş arkadaşları? Onlarda aynı umarsızlık ve vicdansızlık belirtileriyle yapmıyorlar mıydı bu işi? Belki de daha kötü halde çalışmıyorlar mıydı, satmıyorlar mıydı bedenlerini sadece 3-5 kuruş uğruna? “Namus” kisvesi altında çalışabilecekleri onlarca iş varken, uçları sivriltilmemiş “ölüm” satıcılığı yapmak onların haddine miydi; nedeni ne olursa olsun insanları vakur bir umarsızlıkla öldürebilme haklarına sahipler miydi? Olmamalıydı. Böyle olmamalıydı. Bir intikam, acı bir intikam alınmalıydı…
Kısa bir internet literatürü yaptı, evinde bulunan larousse’den yardım aldı. Hastalığın tüm detaylarını inceliyordu. Bulaşım yöntemini, bulaşımın hızlanma etkilerini, öldürücü gücünü, sürecini… 1 hafta bu hastalık için yeterliydi. Kadın sadece 1 hafta içinde rahim ağzı kanseri belirtileri taşıyarak yatağa düşecekti. Ancak onunla birlikte olan kadın; Arzu nasıl bulaşıcı faktörünü üzerinde taşıyorken müşteri avına çıkabilmişti? Araştırma sonucu, onun belli risk faktörlerinin taşımadığını gösteriyordu. Veyahut fazlaca dayanıklıydı. Kim bilir? Bilinen tek şey, bu hastalığın 1 hafta içerisinde önce yatağa düşürdüğü, daha sonra bulaşıcı etki gösterdiğiydi. Yani, normal şartlar altında hastalığı bir başkasına bulaştırmak bir hayli zordu. Aklına yatmıştı. Şeytani düşünceler aklından çıkmıyordu. Bir tarafı; “Hayır, sen katil değilsin!” diyordu. Ancak içinde delilercesine bir öc alma isteği vardı… Uzun bir iç mahkeme içerisinde yargıladı fikirlerini, muhakeme etti. Korkaklığı, zalimliğiyle mücadele veriyordu; Ya bir kenara çekilecek ve hayatı yıkılmış yalnız, psikolojisi bozuk ve her hastalığında ölümü bekleyen bir adam olacaktı, ya da içindeki nefreti bırakacağı, tüm vasatlığıyla bu sistemin vakur uşaklığını yapan ölüm tüccarlarını yok eden bir adam! Birlikte olduğu her kadına ölüm saçan bir şeytan; Azrail! Gece boyunca gözleri dirhem kapanmamıştı. Üst üste sigaralar bitiyor, kendini belli eden sakalları kaşınmaya başlıyordu. Oda, bir devrimci karargahı gibi, sigara buharı ve kızarmış gözlerin düetini izliyordu. İntikam isteği yüksek olmasına rağmen, gerçekleştireceği bir cinayet, cinayetler bütünüydü. Bu öyle kolay varılan bir karar olamazdı. Ancak birilerinin ders alması gerekti. Zira yakalanılabilecek tek hastalık HPV olmadığı gibi, toplum adına tüm bu işlevsel soytarılıkları durdurabilecek kimse yoktu. Hiçkimse! Oda karanlıktı. Tıpkı gece gibi… Kanla dolu gözleri, sımsıkı kapattığı çenesiyle yaklaştı cama; bomboş sokakları izliyordu içerisindeki derin hamaset ve merhamet ikilemiyle. Kararını vermişti. Bunu yapacaktı. Bir cinayetler silsilesi işleyecekti. Ve bu cinayetler gerekirse sadece cinsel yolla olmayacaktı. Basiretsizliğin basitliği içerisindeki sıradan bir adamın şeytani bir kişiliğe dönüşü! Ne yazık, ne drama?!
”Kimse hiçbir şey bilmemeli, Elif bilmemeli.” diye söylendi odanın içinde. Yağmur ve şimşeklerle dolu gece bitmiş, sabahın 7 si olmuştu. Duş alıp, Elif’in yanına gitmeliydi. Sigara paketleri ve külleriyle dolu masa üstünden gerekli eşyalarını aldı, duş almak üzere banyoya geçti… Merhaba yeni dünya, post modern anti-kahramanına hoş geldin de!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruh Adam
Детектив / ТриллерYokluk ve yoksulluk içerisinde hayat sürmüş bir adamın, Tanrısal yolculuğunun hikayesi. Bir insanın kapasitesinin sınırlarını zorlaması; bir serfin bir burjuvaziye dönüşümü! Üst insanın yaratılmasıyla başladı her şey! Çakan şimşekler; yağan yağmur...