kapının sağ kenarına kara bir tebeşirle atılmış çarpıya takılıyor gözlerim. 'yas' demek oluyor bu karayurtta. yaslı evlere girmek yasaktır, ağıtlar yakılıp acılar bitene kadar. vuruyorum kapıya birkaç defa. bu çatı altındaki acılar diner mi sanki? asırlar yetmez bazı ağıtlara, acılara. öyle bir acıdır bu evinki. kapısını çalmak için bekleyecek olursan çürür gidersin şuracıkta.
elimdeki iğneyi parmaklarımda yuvarladığım sırada marcella açıyor kapıyı. üstü başı un içinde, saçları yukarıdan düzgünce toplu. gözleri kanlı, avuç içleri kınalı. beni görünce tatlı bir telaş yapıp içeri buyur ediyor hemen.
"kusur bakmayasın, ekmek yapıyordum."
omzunu hafifçe pat patlayıp sorun olmadığını söylüyorum. içeri adımımı attığım gibi burnuma kına kokusu doluyor. kına yakıyormuş sahiden, yürek ortamda yangınlar.
"yakmıyor işte baba, niye yalan söyledin bana?"
turan'ım konuşuyor salonda. duyar duymaz kabanımı asıp koşar adımlarla gidiyorum yanına. küçük salona girdiğim gibi jeongguk'umla turan'ımı görüyorum koltukta. babası kına yakıyor minik oğlunun saçlarına, gizlice ağlıyor bir yandan da.
"taehyung! bak kına yakıyoruz saçıma, anam izin verdi!"
gülümseyerek gidiyorum yanına, önünde diz çöktüğüm sırada jeongguk'um uzun uzun bakıyor bana. gözlerime en çok da, kan çanağı gözlerime.
"hoş geldin zehre'm." diye fısıldıyor hemen sonra. turan heyecandan bizi dinlemiyor bile. jeongguk'umun yaşlarını silip oturuyorum ben de yere.
"yakmıyor mu saç diplerini?" diye soruyorum onları izlerken.
sorduğum soruyla çatıyor hemen kaşlarını.
"ı-ıh, yakmıyor vallaha. babam yalan söylemiş bana."
gülüyorum ama ağlayacak gibiyim. babalar yalan söylemez turan, onlar yas tutar yalnızca. babaların içleri yangın yeri, bir yas evi. hepsinin bir turan'ı yoktur ancak her birinin yüreği kınaya bulanmıştır oğlum. yanmaktadır şimdi minik adamımın da içi, tıpkı ben gibi.
kafa sallıyorum yalnızca. sonra elimdeki iğne geliyor aklıma, havaya kaldırıp gösteriyorum turan'a, bir çocuk heyecanıyla. oysa bir kirazım bile yok yanımda.
"kulağını deleceğim bugün."
heyecanla büyüyor gözleri. jeongguk hıçkırıyor, turan üzerime atlıyor kınalı saçlarıyla, ben ise yanıyorum oracıkta. hemen sağ yanağıma kına bulaşıyor biraz. turan görür görmez ağzını kapatıyor.
"taehyung sil hemen, tutacak yoksa!" diye bağırıyor kucağımdan inerken. gülümseyip omuz silkiyorum hemen.
"tutsun, ne olacak sanki. bir kaç aya geçer onun da izi."
bir öpücük konduruyor yanağıma. hiç bir şey demiyor sonra, koşarak annesinin yanına gidiyor heyecanla. jeongguk ise oğlu salondan çıkar çıkmaz bırakıyor tuttuğu nefesi sonunda, ağlıyor. koltuktan inip sarılıyor bana. turan gibi oturuyor hatta kucağıma.
"ellerim yangın yeri, yalvarırım kurtar beni."
minik adam, minik adamım, babaların avuç içleri cehennemdir, okşadığını küle çevirir. sakın ola saçlarımı esir alma, ellerinden kayıp gidiveririm yoksa. yok olmak için var olmadım, turan'ım ben, bazen de ısırgan otu, bazen yürek kınası, bazen diken yuvası. şimdi oğulun belle beni jeongguk, turan olayım ben. koca turan, kınalanmayacak olan. izin ver yaşayayım, boğaz duvarlarımda çekirdekli kirazlar, fındıklar kuru mideme yasaklar.
"kurtarılmaya ihtiyacın yok jeongguk'um. senin gibi adamlar, alçak dünyanın en büyük acılarını irislerine parıltı yaparlar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
boğazımda bir kesik, gök çatı altında bir oğul eksik - taekook
Короткий рассказçıkışı yok mu bu alçak dünyanın?