Zaman ne de çabuk geçiyor Mona, saat on ikidir söndü lambalar

61 6 11
                                    

                                                                                                                                        

 08.05.20

23.15

Bu soğuk rüzgârlı gecede üstüme aldığım ceketim ile hastane bahçesine koşuyorum. İşte orada, lambaların altında dikiliyor. Biraz korktuğundan, biraz da üşüdüğünden olsa gerek hırkasına sarılmış sıkıca. Beni gördüğünde gülümseyerek el sallıyor. Onunla daha bu sabah tanıştık, adı Seongmin. Ben doktorun yanından çıkarken o, içeriye girmek için sırasını bekliyordu. Dün gece yatırılmış hastaneye. Karanlık fobisi varmış, kriz geçirmiş. Neden bilmiyorum ama daha önce görmediğime emin olup da tanık gelen bu simaya yardım etmek istemiştim. Belki de yanında biri varken karanlıktan o kadar da korkmazdı.

-Hey, Taeyoung! Gelmeyeceksin sandım.

Yalandan bir sinirle söylediği şeye güldüm.

-Ama geldim. Beklediğine değmiş olmalı.

Bana anlam veremediğim bir şekilde bakıp gülümsediğinde bunu pek dert etmedim. Tıpkı bu sabah seni ilk gördüğümde bana olan üzgün bakışlarını da dert etmediğim gibi...

-Hastanenin biraz arkasında kalan pek ışıksız bir çimenlik var. Ama hayır hayır, korkma. Yeteri kadar ışık geliyor. Hem... ben de yanındayım. Korkmazsın değil mi?

Başını hızla iki yana salladığında içim biraz olsun rahatlıyor. Benim yüzümden başına bir şey gelsin istemem.

Hızlı adımlarla bahsettiğim yere geldiğimizde ifadesiz yüzün beni şaşırtıyor. Oysaki burayı ilk keşfettiğimde manzarasına hayran kalmıştım ben. Çevremizdeki ağaçlar ve müthiş gece manzarası hiç mi etkilememişti seni?

-Burayı pek beğenmedin sanırım ha?

Anlamlandıramadığım bakışların korkutuyor.

-Ah ne kadar düşüncesizim. Senin için fazla karanlıksa gidebiliriz.

-Oh yok hayır. Sevdim... evet.

Garip tavırlarına aldırış etmeden kendimi yere, çimenlerin üstüne atıp yanıma gelmen için sana bakıyorum. Sen de sessizce yanıma uzanıyorsun. Bir süre ikimiz de susuyoruz, tek çıt yok. Sadece iç çekişlerin var. Sana neden bu kadar iç geçirdiğini sormak istesem de susuyorum. Belki de karanlıktan korktuğundandır. Neden sonra elimin üstünde küçük elini hissediyorum. Sıkıca kavradığında sana bir şey olması fikri korkutuyor, adını sesleniyorum. Mırıldanıyorsun:

-Bir şey yok. Sadece karanlıkta yalnız olmadığımı hissetmek istedim.

Sözlerin içimi rahatlatıyor. Hafifçe başımı yana yatırıyorum, işte buradasın. Şekilli dudakların, yanağının üstüne yelpaze misali serpilen kirpiklerin, kıvrımlı burnun, hatta burnundaki o minicik benin... Bunca zamandır yanlış manzarayı izlediğimi fark ediyorum, güzelliğin canımı yakıyor. İçimi acıtıyor sana bakmak. Ruhum ilk defa bir şey için pişman oluyor belki de. Senden mahrum olan güzellikler yanında soluk kalıyor. Hayranlıkla izlediğin yıldızlar, onları taşıyan gece utanıyor kendinden. Ben utanıyorum, senin güzelliğinden.

Sana uyarak bir iç çekip gökyüzüne geri dönüyorum. Sabah doktor neden burada olduğumu sordu, bilmiyorum dedim. Durumumum kötüleştiğini söyledi ve havadan sudan konuşarak beni geri yolladı. Neler olduğuna dair en ufak bir fikri olmayan ben ise öylece ortada kaldım. Birilerinin bana bir şeyleri anlatmasını isterdim oysa.

Zaman ne de çabuk geçiyor, sokak lambaları söndü bile. Elimdeki sıkılaşan tutuşunla düşüncelerimden sıyrılıyorum. Hızla sana döndüğümde korkmuş ifaden beni biraz daha korkutuyor.

-Yanımdasın değil mi? Sakın gitme.

Karanlıktan korkan senin, zifiri karanlıkta tek güvencesi olmak kalbimi param pinçik ediyor.

-Evet. Evet yanındayım.

Yine iç çekiyorsun.

-Beni unutmazsın değil mi, Taeyoung?

Ani sorunla şaşırıyorum.

-Her zaman yanında olacağım, Seongmin.

-Anlamıyorsun. Yarın da beni hatırlayacak mısın?

Neden böyle basit bir soruyu bu kadar ciddi soruyorsun bilmiyorum.

-Evet. Seni sonsuza dek hatırlayacağım, söz veriyorum.

Bütün gün yaptığın gibi yine iç geçiriyorsun. Gökyüzüne dönerek mırıldandığın sözler ise anlayabilmem için fazla fısıltı.

-Neden hep tutamayacağın sözler veriyorsun?..

Call My Name // gongtangHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin