Willow Maid

1.7K 162 938
                                    

1- sonsuz bir camekânda başlangıçsız bir çiçek -0

"Bir söğüt var şurada, ırmağın üstüne sarkmış gümüş yapraklı sularda yansıyan

Ophelia oraya geldi garip çelenklerle

Düğün çiçekleri, sarı yaban otları, papatyalar,

Bir de o uzun mor çiçeklerden, şu çobanların

Söylemesi ayıp bir ad verdikleri,

Genç kızların ölü parmağı dediği çiçekler.

Bu söğüdün dallarına çiçekler asmaya uğraşırken, bir hain dal kırıldı ve çiçek demetleriyle birlikte çağlayan dereye düştü Ophelia.

Elbiseleri açıldı ve onu bir denizkızı gibi suyun üzerine çıkardı.

Bu süre içinde, felaketinden habersiz, gerçek bir su mahlûku gibi, eski şarkılardan parçalar söylüyordu; fakat bu uzun sürmedi.

Suyla dolan elbiseleri ağırlaştı; şarkı söylerken, çamurlara çekip batırdı zavallıyı."

**

Tepedeki güneş, ışıl ışıl belli ediyordu kendini dalların ardından. Gözlerimi kısarak bakışlarımı çizmelerimin uçlarına indirdim. Sıcak havaya rağmen, ben gelmeden önce bu bölgede yağmur yağmış olmalıydı, yerler çamurluydu ve pis hissediyordum, ayrıca susamıştım. Ne yazık ki, sabahın erken saatlerinden itibaren ormanda fink attığım için çantamda getirdiğim tüm su midemdeydi.

Dudağımda nereden duyduğumu bilmediğim bir şarkının ıslıklı melodisiyle, sırtımdaki odunları son bir güçle kendime çektim ve ayağımın altındaki su birikintilerini sıçrata sıçrata bozuk yolda ilerledim. Nereye gittiğimi bilmiyordum, yalnızca içimden bir ses, hiçbir zaman olmadığı kadar kuvvetli bir tonda, neredeyse çığlık atarcasına bana kendini duyurmaya çalışıyor ve adımlarımı yönetiyordu.

Uydum ona. Uydum ve kayboldum. Uçsuz bucaksız bir ormandı, yorulmuştum, oturup dinlenebileceğim hiçbir yer yoktu, gün batıyordu. Korkunun benliğimi ele geçirmesine ramak kala belimdeki bıçağı sıkıca kavradım ve her Tanrı'nın cezası yolun birbirine benziyor olmasına sessiz sessiz küfürler ederek geldiğim yönü bulmaya çalıştım. Kulağıma kurtların o ürkütücü sesleri doluyordu.

On beş dakika kadar daha yürüdüm ve toprak kokusu, yerini çok daha yumuşak ve tarif edemeyeceğim kadar hoş, bir koklasanız ikincinin hatırının kalacağı nahif bir kokuya bıraktığında durdum. Nereye geldiğimi anlamamıştım; burada, ormanın geri kalan kısmına kıyasla çok daha yoğun bir yeşillik hakimdi. Çalılıkların ardından ince, büyüleyici bir ses duyuluyor ve duyduğum diğer tüm kötü sesleri bastırıyordu.

Gör beni şimdi, Ay dansında bir ışık zerresi.

İçimde tuhaf bir hissiyatla, ne kadar pisleneceğimi umursamadan yere eğildim ve çalılıkların arasına gizlenerek kim olduğuna bakmaya çalıştım. Olabildiğince gizlemiştim vücudumu; yalnızca kafam, yeşil renkteki şapkamı dışarı çıkararak ortaya dökülüyordu. Fark etmeyeceğine emindim, nefesimi bile tutmuştum, çıt çıkarmıyordum.

Kızıldı saçları, tıpkı sıcacık bir evin sıcacık sobasının içinde yanıp tutuşan alevler gibi. Kıyafeti, omuzlarından dökülüyor ve beyaz tenini ortaya koyuyordu. Soluk maviydi, belki yeşil. Seçemiyordum. Gün batımı, saçları gibi vücudunu da kızıllara boyamaya başlamıştı. Arkası dönüktü bana, yüzünü göremiyordum ama güzel olduğuna emindim; çok güzeldi bu oğlan. İstemsizce dengemi kaybedip ayağımın altındaki dalın çatırdamasını sağladığımda, o dönemeden çabucak çalılıklara gömülmüş ve elimi ağzıma bastırarak yok olmayı dilemiştim. Bu saatte burada ne işi olduğunu anlamamıştım fakat yanına gitmeye de, sormaya da çekiniyordum.

Willow MaidHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin