Benim Çekirdeğim Hiç Çökmedi

1.5K 124 368
                                    

1: yalnızlık belki bir huzur belki bir şeytan,

içerden ama çok dışardan

21 Mayıs 2019

Bazı parıltılar kendi içinde sönerdi. Bazı kara deliklerin oluşumu gibi kendi ışığını emer, çok güçlü ve bir o kadar da parıltısız, hayatının varlığını ortaya koyan zamanı kaybederdi. Bazı parıltılar kendi içinde masallaşır, gerçekliğini kaybederdi. Ev kaybetmek denebilirdi ya da kendi içinde kaybolmaya benzetilirdi. Çekirdeği çöken bir kara delik kadar korkaktı kendi içinde sönen parıltı fakat bu sönmesine de engel değildi. Bu parıltı ne olursa olsun sadece kendi içinde sönerdi. Kabuğunun çatlakları kendi salt ve çıplak ellerinin eseriydi. Tam on dokuz yıl önce dünyayı sıyırıp geçen bir göktaşının arkada bıraktığı bir anıydı, annesinin yıllıklara bile özenle çizdiği güllerden taşırdı yüzünde -kırmızı kırmızı- kara delikler kadar korkutucuydu da fakat kara deliklere nazaran içerisinde gizlice sakladığı masmavi bir yıldız vardı.

"Kendi boyunu aşmak istiyorsan eğer devamında yok olacağını da bilmen gerekir." demişti dadım en sevdiği pembe dizinin final bölümüne ben yanında annemlerin izni olmadan kaşık kaşık yediğim nutellanın dibini sıyırırken ağladıktan sonra. "Saçmalama," demiştim ben de, yaşım on iki. "Adam yok olmadı, yok etti. Ağlamayı kesip odaklanırsan görürsün." Patlayan, yok olan ya da sönen yıldızlar gibiydi adamın yanındaki her bir karakter. Hepsi de kendi çevresinde sönüvermişti.

Aynı dadım bana bakmaya başladığında ben daha bir buçuk yaşında, saçları anca uzamış altı kilo bir şeydim. Dadımın iki kızı ve en küçük çocuğu kıvırcık bir oğlu dışında pek kimsesi yoktu; en küçük oğlu da beni oyunlarına katabilmek için fazla büluğ çağlarının içinde yuvarlanıyordu. Evlerine gelip giden, hatırlayabildiğim kadarıyla tüm akrabaları Alice ve Snow White'ın kendisini yakından tanımış, İngilizvari çay partilerine katılmış gibi doğuştan pembe yanaklı, güleç ve içten, bir o kadar da uzaklardı. Dadım on dokuz yıllık ömrüm boyunca hayatıma girmiş en kalender meşrep kadındı. Her zaman çizgili tişörtler, kazaklar giyer; kolları uzunsa dirseklerine kadar keserdi. Kan değerleri yüksekti, oynak ve tombuldu, renginin turkuaza kaçtığını düşündüğüm gözleri vardı ve saçlarını hep koyu bordo bir renge boyardı, küt olacak kadar bile uzatmazdı. Yüzümü hep güldürürdü, yüzüme hep gülerdi. Evi bizimkinin yanında sağ çatısı çökmüş, içten kırılmış tahtalı köy evi gibiydi ama bana her zaman kendi evimden daha çok ev hissi verirdi. Derme çatma ama sıcacık.

Dadım, Mirnen annem, beni okula götürmeden önce gömleğimi iliklerken hep derdi ki, "Belaya bulaşma, başına da sakın bir iş açma," sonra alnımı öper ve gıdığımı sıkardı. "Kuşum benim sen benim tanıdığım en uslu çocuksun." Oysaki hiç de öyle değilimdir.

Dadıma anne deyişim bizim evde bir kıyamet koparmadı ya da hiç kimse bu durumdan gocunmadı. Aslında kimse bana dadıma anne dememem gerektiğini söylemedi, anne dediğimiz varlık neydi ki zaten o yaştaki ben için ağzıma yemek koyanın sıcacık koynuna kıvranırdım sevgilere boğulma ihtiyacıyla. İlgiye bayılır, sevilmeyi sever ve şımartılırdım ama yine de bana gösterilen hiçbir sevgi ve ilgi aradığımın yerini dolduramazdı; liseye kadar da ne aradığımdan bir haberdim zaten. Annemin varlığının yokluğuyla bir olmasının göğsümde başlattığı o tükenmek bilmez yangın dadı koynuna girerek söndürülmüyordu işte ama kimse bana bunun böyle olmayacağını söylemedi, kimse bana anne yokluğunun yıllar boyu bana bile sezdirmeden tüm göğsümü alev alev yakacağını ve tüm bu yangının ellerime küllerimi doldurup omzumu pat patlayarak bak oğlum olan oldu herkes yoluna diyeceğini de söylemedi. İlk boka battım yetmedi kendim boklar yedim, çok şeker bir oğlana dönüşüverdim ama bir kere bile, tüm ömrüm boyu bir kere bile yerimde durmadım. Ben hiç uslu birisi olmadım. Kendimi bilmezken bile dilimi en çok yalana alıştırdım.

Benim Çekirdeğim Hiç ÇökmediHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin