Altın güneş ışıkları odanın renklerini ortaya çıkarıyordu. Bu oda, neredeyse her insanın yaşamak isteyeceği bir güzelliğe sahipti. Belki renkleri, dekore ediliş biçimi veya içinde hissedilen aşk yüzündendi. Sonuçta içinde aşkın hissedilmediği bir odayı, köşkü kim neden isterdi ki? Pahalı mobilyalar ve duvar yığınları insanı aşk kadar mutlu edemezdi. İki genç, parayla satın alınamayan bu şeye sahipti.Baron, gözlerini aralamıştı ve gördüğü ilk manzara Helen ile sarılmış olmalarıydı. Geceden beri belli ki bu şekilde uyumuşlardı. Fakat tek bir fark vardı, Matthew de kollarını eşine sarmıştı. Bu manzarayı bozmak istemediği yüzündeki her hücreden anlaşılıyordu. Kıpırdamamaya çalışıyor, gerekirse nefes bile almamayı düşünüyordu sanki. Helen'in ona karşı bir şeyler hissetmeye başladığını fark etse dahi şu an bu manzara karşısında ne tepki vereceğini kestiremediği için de ufak bir korku yaşıyordu. Yüzündeki o tedirgin ifade, Helen'in kokusunun burnuna dolmasıyla silinmeye başladığında Madam da gözlerini aralamıştı. Işıltılı gözleri birbirini bulmuştu aniden. Elması andıran parıltıları birbirilerine baktıkça belirginleşiyordu. Sarılmalarını sonlandırma ihtiyacı hissetmeden "Günaydın." demişti Helen. Matthew bu sesi duymanın verdiği huzurla "Günaydın." diye mırıldanmıştı uykulu sesiyle. Madam kollarını kendine doğru çekip kendini dikleştirmişti. Bu hareketi Mösyö de tekrarlamıştı. Hala birbirlerine bakıyorlardı lakin bedenlerinin arasına mesafe girmişti.
"Çok güzel uyuyordun." dedi Matt hafifçe tebessüm ederek. Aynı tebessüm Helen'in de yüzünde belirmişti. Eşinin gülümsemesi içini ısıtmıştı. Uyandığı için çok mutluydu çünkü onun yüzünü yeniden görebilmenin mutluluğunu hissetmişti.
"Teşekkür ederim. Sen de genelde çok güzel uyuyorsun."
Genç adam, Helen'in onu izlediğini şu an fark edebiliyordu. Bunu duymak içine öylesine bir mutluluk yaymıştı ki, adeta annesinin kucağındaki saf mutluluğa dönmüş gibiydi. Yüzünde, her zaman takındığı eğreti gülümsemesi varken eşinin elini tutup "Güzelliğini sana yansıtıyorum." diye mırıldanmıştı. Helen de elinin eşinin elleri arasında olmasının verdiği heyecanla elektrik çarpmış gibi hissediyordu. İlk başta onu sevmediğine kendini ikna etse de özellikle son zamanlarda birbirlerine olan yakınlıkları bunun tam aksini kanıtlıyordu. Helen'in yüzündeki gülümseme yayılırken "Hiç sanmıyorum Mösyö. Senin de özel bir ışığın var." demişti. Matthew bu söz karşısında hafifçe tebessüm ederek yeşilin en güzel tonuna bakmıştı. Helen ise muzurca gülüyordu.
***
Kahvaltı masası her zamanki gibi harikaydı. İki genç hevesle tabaklarına kahvaltılıkları doldururken ara sıra birbirlerine kaçamak bakışlar atıyorlardı. Briocheden bir ısırık alıp lokmasını çiğnedi ve yuttu Helen. Masanın üzerindeki ipek mendille de dudaklarının kenarını sildi. "Sana bir şey söylemek istiyorum Matt." Parıltılı bakışları adamı süzdü ve istemsizce gülümsedi. Matt ise başını tabağından kaldırıp Madam'a baktı. "Dinliyorum."
Helen bir süre öylece karşısındaki adamı izledi. Biçimli kaşları, keskin ama kendisine oldukça yakışan yüzü, kaşlarının ortasında muhtemelen çatmaktan oluşan küçük çizgileri ile bu adam kesinlikle harika görünüyordu. Ama dış görünüşünden ziyade önemli olan bir şeyi vardı. Bu adam kesinlikle çağın adamlarına benzemiyordu. Geri kafalı, bağnaz ve kontrolcü biri değildi. Aksine elinden gelen her konuda Helen'in destekçisi ve yol arkadaşıydı. Belki de bu yüzden Helen ona sadece aşık değildi, aynı zamanda içten bir minnet de duyuyordu. Masanın üzerinden uzanıp Mösyö'nün ellerini tuttu. Mösyö kaşlarını istemsizce havalandırıp Madam'ın neler söyleyeceğini bekliyordu.
"Seni seviyorum."
Matthew, duyduğu cümle karşısında tam olarak ne tepki vermesi gerektiğini bilmiyordu. Bunu biraz da olsun hissediyordu lakin sevdiği kadından bunu duymak ona tahmin edemeyeceği bir mutluluk vermişti. Güneş sanki onun için şimdi doğmuştu, çiçekler şimdi açmıştı, kuşlar şimdi ötüyor, çocuklar şimdi şen şakrak oyunlar oynuyordu. Helen oturduğu yerden kalkıp Matthew'in yanına yavaşça yürümüştü ve yanında durup yanağından öpmüştü. "Seni seviyorum." Cümlesini yeniden tekrarlamıştı. Sanki içindeki duyguları tek seferde anlatamayacağını düşünmüştü. Bu sevgi ve aşk tek seferde anlatılabilecek kadar küçük değildi çünkü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
A Story Of Love And Revenge || +18
Historical FictionFransa'nın başkenti Paris'te yaşanan bir aşk ve intikam hikayesi... Güzelliğiyle bütün sosyetenin dilinde olan Helen Blake, ailesinin baskısıyla Matthew Brown'la evlenir. Pearl Valastro'ya delicesine aşık olan genç kız, sevdiğinin hayatını kurtarabi...