Medya: Selin Yıldız ✨
Kurduğum alarmın sesi ile yatakta doğruldum. Dün gece saat sekizde kalkıp yemek yedikten sonra saat dokuz olmadan evden çıkıp okula gittiklerini öğrenmiştim. Ben de önceden uyanıp sabah yürüyüşüne çıkmak için yediye alarm kurmuştum. Üstümdeki değişik pijamamı çıkarıp daha rahat bir şeyler giydim.
Gece kabus görüp bir kaç kez uyanıp ağlamıştım. Ağlamalarımın arasında her defasında tekrar uyuyup tekrar kabus görüp tekrar ağlaya ağlaya uyanmıştım. Dayanılmaz bir acı veriyordu artık geceler. Kabussuz bir günüm geçmemeye başlamıştı. Biraz da olsun temiz hava almak iyi gelirdi belki. Gerçi sanmıyorum ama yine de bu ortamdan daha iyi geleceği kesindi.
Boynuma yaram görünmesin diye fularımı takıp telefonumu yanıma aldım. Su mataramı aldıktan sonra duygusuz bir biçimde evden çıktım. Nereye gittiğimi bilmeden belli bir yoldan yürümeye başladım. Yavaş adımlarla hayatımın nereye sürüklendiğini düşünerek gözlerimi yere çevirdim. Ellerim cebimde, gözlerim yolda, aklım annemdeydi...
Hayat ne kadar da boştu oysa ki. Hayatınızda onsuz yapamam dediğiniz kim varsa gidiyordu birer birer. Çok uğraşıp para kazanıyorsunuz, trilyoner oluyorsunuz ve daha hiç sefasını bile süremeden ölüyorsunuz. Hayat bu kadar emek vermeye değmiyor demek ki. Ölüyorsunuz ve o benim dediğiniz ne varsa başkasının oluyor. Geriye sadece bir karanlık ve toprak kalıyor. Tabii sonra da ahiret. Hiçbir şey için uğraşıp da üzülmek istemiyordum. Ne malum onun da gitmeyeceği. Belki de bende uğursuzluk var. Küçük kız kardeşimi sevdim, küçük yaşta öldü. Babamı sevdim, bizi terk etti. Annemi sevdim, o da beni yalnız bıraktı. Belki de benim sevgimdi uğursuz gelen. Kimi sevsem gidiyordu birer birer.
Düşüncelerimle hareketlerim apayrıydı. Şimdi böyle düşünüyordum ama iş uygulamaya gelince daha da değer vermeye başlıyordum insanlara. Benim yüzümden onlar da gidecekti. Bendim suçlusu.
Gözlerimi yoldan kaldırdığımda hiç bilmediğim bir yerde olduğumu fark ettim. Ne kadar yürümüştüm acaba. Dalmıştım yine tabii derin düşüncelere zamanın nasıl geçtiğini fark etmemiştim.
Biraz daha yürüsem önümde zaten kocaman bir duvar duruyormuş. Çarpıp burnumu kırardım valla. Çıkmaz sokağa ne ara gelmiştim ya? Şaşkınca arkama dönmemle dibimde kötü bakışları ile bana bakan bir çocuk görmem bir olmuştu. Ürkmüş ve geriye doğru bir adım atmıştım. Geriye adım atmamla çocuk bana doğru bir adım attığımda kaşlarımı çattım. Geriye adım atmam anın şoku ile gelen bir reflexti. Tekrar geriye adım atıp duvara kıstırmayı planlıyorsa saf değildim ben. Gelmezdim o oyuna. Omzundan tutup karşımdaki siyah giysili çocuğu ittirdim. "Geri bas."
Çocuk kaşlarını kaldırdı. "Bu saatte burada ne işin var sen kimsin?"
Ellerimi belime yerleştirdim. "Sana ne? Hesap mı vereceğim sana hayırdır ikile."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIK ÖĞRENCİ
Подростковая литература"Ben, senin bu ışık saçan gülümsemene karşın fazla karanlığım deniz kızı." "Ben de gülmeyiveririm? Böylece hiç bir sorun kalmaz." "Hayır. Sen hep gül. Yoksa benim bu kötü dünyaya tutunacak başka bir dalım kalmaz. Sen hep gül." ~ Beklemek... Bir anı...