Gecenin en karanlık zamanıydı. İnsanlar yataklarına girmiş, kabuslarıyla cebelleşiyorlardı. Etrafıma bakındım. Derin sessizlik zerre korkutmuyordu. Bu saatte bekçiden başka birinin burada bulunacağını da sanmıyordum. Parmak uçlarımla tuttuğum poşeti ters çevirdim. Yere düşen su şişesini vakit kaybetmeden aldım. Sarı çiçeklerin dikili olduğu toprağa baktım. Çoğu solmuştu. Umursamadan çiçekleri sulamaya başladım.
İnsan da çiçek gibiydi. Yemeğimizi, suyumuzu vermeseler ölüyorduk. Birde boynu bükülen çiçekler vardı. Ne kadar sulasan da yaprakları dökülür, boyunları bükülürdü. İnsanlarda öyleydi. Ne kadar iyi durumları olsa da , eksik bir şeyler vardı.
Derin bir iç çekerek elimde ki boş şişeyi arkama doğru fırlattım. Şişenin gittiği yöne doğru döndüm. Başımı eğdim.
" Özür dilerim, büyükbaba." diye mırıldandım.
Cevap olarak aldığım derin sessizlikle tekrar önüme döndüm.
"Sarı sarı çiçekler, solar Alper'i özlerler."
Mırıldanarak suladığım çiçeklerin yanına uzandım. Yıldızlara baktım. Oradaydı. Başımı kaldırarak mezar taşına döndüm.
"Aşk olsun Alper. Hiç tepki vermiyorsun." diyerek somurttum.
Başımı soğuk toprağa sertçe bıraktım. Parıldayan yıldızlardan onu buldum. O anlamadığım yanıp sönme olayından yaptı. Gülümsedim.
"Göz kırpınca çok çekici olduğunu söylemiş miydim?" diye sordum.
Islanmış toprağı öptüm. Kirlenen ellerimi mezar taşına sildim.Hala çok temizdi. O titizliği hiç bozulamayacaktı. Yavaşça ayağa kalktım.
"Bak sen sıkılma diye gidiyorum. Yanlış anlama bebeğim." dedim.
Bebek dememe alınacaktı. Gözlerimi devirerek cebimdeki Müzik Çalar'ı çıkardım. Her zaman ki şarkıyı açtım. Veda zamanıydı. Vedalardan hoşlanmazdık. Mezar taşına küçük bir öpücük kondurdum. Öptüğüm yeri sildim.
" Zaten öptüğüm yeri silecektin." diye mırıldandım.
Dolan gözlerimi gökyüzüne çevirdim. Derin bir nefes aldım. Her yer Alper kokuyordu. Daha fazla dayanamayarak arkamı döndüm. Yavaşça ilerledim.
Hayat, garipti. Yanınızdakinin saniyeler sonra yanınızda kalacağını isteyebilirdiniz. Kalacağını düşünebilirdiniz de. Ama ya kalamazsa? Bunu hiçbir zaman düşünmemiştik. İnsan bir şeyi olduktan sonra fark ediyordu.
Planlar kuruyorduk. Planlarımızın olması için çabalıyorduk. Önümüze de iki seçenek koyuyorduk.
Ya başaracağız. Ya da kaybedeceğiz.
Ama bunlarında kendi içlerinde seçenekleri vardı.
Nasıl kazanabilirdik? Bu çaba veya şans sonucunda olabilirdi. Peki,nasıl kaybedebilirdik?
Hepimiz bir gün ölecektik. Bunu göz ardı ediyorduk. Saniyeler sonra yaşayacağımızı bilmeden planlar kuruyorduk. Alper 14 yaşındaydı. Yaşaması gereken uzun bir ömrü vardı. Doğrusu biz öyle düşünüyorduk. Yanılmıştık.
Kader miydi? Kaza mı?
Karanlık gökyüzünden düşen yağmur damlalarına aldırmadan yürümeye devam ettim.
Saatlerce yürüdüm. Gökyüzü durmadan ağlamıştı. Benim yerime, hatta Alper'in yerine bile ağlamıştı.
Derdimiz ne idi?
Mutlu olmak mı? Nasıl mutlu olabilirdik? Herkesin kendine göre sebepleri vardı. Günün erken saatlerinde en çirkin halimizle uyanırdık.Yüzümüze çarpan soğuk suyla birlikte güzelleşmeye çalışırdık. Bunun suyla alakası yoktu. O suyla maskemiz suratımıza yapışırdı.
Ben hiçbir zaman o insanlardan olamamıştım. Acımı herkes bilirdi.
Adımlarımı küçülttüm. Her sene aynı şey oluyordu. Hiçbir şey değişmemişti. Arabanın çarparak durduğu direk hariç. O direk arabanın kaçmasına engel olamamıştı. Alper'in ellerini ellerimden koparan o araba gitmişti.
Direğin yanına geçtim. Sarı renkte kurdeleler bağlanmıştı. Arkadaşları buraya gelip onun için kurdele asıyorlardı. Ben ise buraya çamur olan kıyafetlerimle geliyordum. Alper'in toprağının bulaştığı tişörtüme baktım.
Gözümden düşen yaşlara engel olamadım.O günden sonra hiç ağlamamıştım. Gözyaşlarım sanki ağlamadığım her günün acısını çıkarıyorlardı.
Direğin yanına oturdum. Başımı tişörtümden kaldırmamla uzun ve geniş omuzlu birini gördüm. Yüzüne gölge düşmüştü. Üstündeki sarı tişörtü görmemle gözlerimi devirdim.
" Yas akşam 7 gibi bitti. Tahminime göre saat gece 3. Ve senin burada ne aradığını bilmiyorum ama şu saatler de burası genellikle benim. " diyerek ayağa kalktım.
Yüzündeki gölge gitmişti. Yüzü tamamiyle görünüyordu. O'nu tanıyordum. Unutmam mümkün değildi.
Gözlerim şaşkınlıkla büyürken,gülümsedi.Üzerime doğru eğildi. Şaşkınlığımı üstümden atamazken sarıldı. Yorgun bedenim kollarına hapsolurken gözlerimdeki yaşlar akmaya devam ediyordu.
Sarılmadım ama onu itemiyordum da. İsmini bile bilmediğim bu adam, o günden bir tanıdıktı.
' Abla adam tam senlik, benden söylemesi.'
Alper'in sözleri aklıma gelirken bedenimdeki kolları ittim.
" Adın ne senin ? O günden sonra sadece bir tanıdık olarak kaldın. " dedim, akan burnumu çekerek.
Solgun dudaklarının sağ kısmı havaya kalktı. Kendince bir tebessüm etti.
"Tanıdık? Güzelmiş." dedi.
Gözleri sarı ve kirli tişörtüm de gezindi. Yüzünü buruşturdu. Kendi sarı tişörtüne baktı.
"Sarı sadece bana yakışmıyormuş, buna sevindim küçük " dedi. Küçük mü?
" 24 yaşındayım." diye bağırdım. Bağırırken savurduğum ellerimi tuttu. Bileklerimi inceledi. Allah aşkına, bu tanımadığım ama tanıdık olan adamla ne işim vardı?
" Beden ve ruh olarak hala küçüksün. " dedi.
Elinde ki elimi yumruk biçimine getirdim. Yüzüne doğru yaklaştım.
" Küçük, öyle mi? " diye fısıldadım. Afallayarak başını salladı. Yumruk haline getirdiğim elimi elinden hızlıca çekerek gözüne sıkı bir yumruk geçirdim. Küçük ama sıkı yumruğumla geriye savruldu. Bundan faydalanarak koşmaya başladım. Nereye gittiğimi bile bilmiyordum ama koşuyordum.
Arkama doğru baktım. Yere oturmuş bana bakıyordu.
Son duyduğum ise "Küçük, bunu unutmayacağım!" diye bağırışıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TANIDIK
General FictionThere's a time and a place to die *** Bir kardeş. Ablasının ellerinden kayıp gidiyor. Hiçbir şey tesadüf değildi. Oradaki adamdan, söylenilen şarkıya kadar. Sarı hayaller mahvolmuştu. Bir kardeşin geleceği, hayalleri ve çok sevdiği ablasının hayatı...