Bölüm 3: Doktor mu, cellât mı...?

69 7 14
                                    

Merhaba, aşağıdaki bölüm, kalp ve mide rahatsızlığı olanlara tavsiye edilmemektedir...

Zeynep, Ateş'ten geriye kalan poşete bakıyordu. Neyi unuttuğunu merak ederek, poşetin düğümünü çözdüğünde, nefis kokular burnunu doldurdu.

İki tantuni yaptırmıştı Ateş onlar için...

Zeynep, artık Ateş'in hastanede olması gerektiğini bildiği için, onu yemeye geri çağıramazdı. İştahına hayret ederek, tantuninin birini yemeye başladı.

"Giderek Hekimoğlu'na benzemeye başlıyorum..."

Ateş'e, bir tantuni borçlandığını düşünerek, ikinciye de geçti...

O kadar lezzetlilerdi ki. Zeynep, yeme keyfinin sonsuz olmasını diledi...

Ama bir gün, iştahı kapanacaktı. Sonsuza kadar... ne tantuniyi, ne de başka bir şeyi canı çekecekti. Zayıflayacaktı, çok zayıflayacaktı. Görünmez olana kadar...

Zeynep, gözyaşlarına boğulmak üzereydi. Ama farklı bir konuyu düşünmeye karar verdi, Ateş'in gelme sebebini mesela, hiç söylememişti ama çok barizdi, onun hastanede kalmasını istiyordu...

Zeynep kalamazdı. Şu anda mesleğinden nefret ediyordu, ilk kez nefret ediyordu! Neden bu imkânsız hastalığın direkt muhatabı olma adayı olduğu bölümü seçmişti ki? Neden daha risksiz, daha tehlikesiz bir mesleğe yönelmemişti sanki!

Düşündükçe başına ağrılar giriyordu, işin kötüsü, bunların damarlarında dolaşan ölümcül virüsten kaynaklanıp kaynaklanmadığını bilmiyordu.

Zeynep giderek Hekimoğlu'na benzemeye başlıyordu. Bir keresinde Ateş kendisine, insanlara acıdığı için, yardım etmek istediği için onları sevdiğini düşündüğünü söylemişti. Artık, Zeynep acınacak durumdaydı. Önüne gelenle korunmasız bir aktif cinsel hayat yaşamayan biri olmasına rağmen, AIDS kapmıştı...

Odasındaki tabloların içinde en sevdiği, köpekli olandı. Zeynep, bu tabloya iç geçirerek bakıyordu şimdi. Hayvanlara özgü değildi bu hastalık... sadece insanlarda görülebildiğine göre, insan eliyle yapıldığı kesindi. Birisinin, 80'lerde eşcinsellerden kurtulmak için laboratuarda ürettiği bir virüs sadece, ve panzehiri de yoktu. Olsa da şu anda ortaya çıkmasına müsaade edilemezdi. İlaç endüstrisi, ve buna bağlı daha bir sürü endüstri konusunda ahkâm kesebilecek uzmanlıkta ve otoritedeydi Zeynep.

Köpek tablosunu uzun uzun inceledi... iyi ki de bir köpeği yoktu. Ölüp gittikten sonra onu emanet edeceği kimseyi aramayacaktı...

Elbette, bir köpeğin ömrünü uzun görüyordu kendininkinden.

*****

Emre, Zeynep'in evine giden çok iyi bildiği bu yolda yürürken, çok şıktı. Her zaman şıktı, tipik bir Nişantaşılı olarak...

Fakat Zeynep, dışarı çıkacakmış gibi giyinmişti. "Dışarı çıkıp kafa dağıtacak ama bu enerjiyi kendinde bulamayan kadın kombini..." diye sırıttı.

"Sen hiç vazgeçmeyeceksin değil mi?" diyerek içeriyi gösterdi Zeynep.

Evet, Emre asla vazgeçmeyecekti. Zeynep'in hayatındaki hiçbir erkek vazgeçirememişti onu. Ne eski kocası, ne Ateş –ki bunun karşılıklı bir şey olup olmadığı belirsizdi- ne Kerem... Kaçan kovalanırdı, aşkta böyleydi. Zeynep kendisinden kaçmaya çalıştıkça, bu Emre için daha cazibeli oluyordu. Sonuçta onun hayatında elde edilememiş hiçbir şey yoktu ki! Zengin bir Nişantaşılıydı o, Zeynep'ten her ret yiyişte, daha çok arzu nesnesi haline getiriyordu kadını.

Zeynep'ten kaçanın kendisi olduğu nadir durumlarda da Zeynep Nuh demiş, Peygamber dememişti. O balo gecesi... Emre'nin Zeynep'i kıskandırmak için eline geçen yegâne fırsattı belki de, ama Emre'nin kafası öyle hinliklere çalışmazdı. İyi niyetli bir çocuktu Emre.

Gerçekleri bilmeyi hak ediyordu.

"Senin çocuğunu aldırmış bir kadın olsa bile mi vazgeçmeyeceksin?"

Emre'nin, zaten bir ay gibi beyaz olan yüzünün beti-benzi attı. Sanki hastalık sahibi olan kendisiydi. "Be-Benim mi... çocuk mu..." diye duyduklarını teyit etmeye çalıştı.

"Seninle birlikte olduğumuz geceden sonra, bulantı ve baş dönmelerim başladı. Bunun iki sebebi olabilirdi. Ya pozitiftim ya da... neden regl olmadığımı anlatan başka bir sebep olmalıydı. Hastaneden bir hamilelik testi yürüttüm, sonuç çift çizgiydi. Ondan sonra da, daha fazla vakit kaybetmeden kürtaj oldum."

Zeynep, Emre'nin çocuğunu aldırdığından bahsediyordu ama Emre, iyi niyetli bir çocuktu. Her şeyden önemlisi de, bir doktordu. Fetüsle çocuğun arasındaki farkı en iyi o bilirdi. Zeynep'in bir çırpıda anlattıklarına dramatik bir reaksiyon göstermedi. Sadece, "İlk haftalardaki izin alışlarının nedeni bu muydu..." dedi.

"Evet..." diyen Zeynep, ağlamaklı oldu. "İnan benim için de çok zordu. Biliyorsun, bir bebek kaybettim ve o fetüsün içimde bir bebeğe dönüşmesi için gerekli aylara varmasın istedim iş... Seni haberdar etmediğim için çok üzgünüm, ama AIDS olabileceğimi gözetiyordum o zamanlar. Bir kumar oynadım. Ya negatif çıkabileceğime umut bağlayarak bebeği isteyecektim, ve bebek pozitif gelecekti dünyaya ve ben öldükten sonra bana lanet edecekti—"

"Bir dakika bir dakika," dedi Emre. "Ne lanet etmesi, sen pozitif mi çıktın?!"

"Bana bunun ihtimalinin yüzde 0'a yakın olduğunu söylemiştin... ben pozitifim Emre."

Emre'nin, elleri titreyerek Zeynep'in gözyaşlarını silmeye koyuldular. Zeynep, "Bebeği aldırmakla iyi etmişim doğrusu..." dedi.

"Zeynep ben hep senin yanında olacağım!" diye cevap verdi Emre de. "Bebeğimizi aldırmış olman önemsiz, bir daha bebek sahibi olmaya cesaret etmemeni de mühimsemiyorum, ben sana âşığım Zeynep!"

Emre, ilk defa duygularını bu kadar coşkulu ifade ediyordu. Genellikle gururunu gözetir, Zeynep'in kendisini "arkadaş bölgesi"nde bırakmasını umursamaz davranırdı ama kürtaj olayı, Zeynep'in gözyaşları, bu hastalığın ciddiliği... Emre'yi gaza getirmişti.

"Sen daha çocuksun," dedi Zeynep. "Belirsiz bir geleceğin sözünü veriyorsun bana."

"Sen de öleceğine inanıyorsun, mademki sen haklısın, mademki gerçekten birlikte geçireceğimiz birkaç yılımız kaldı şunun şurasında, ben bunun her ayını, her haftasını, her gününü seninle geçirmek istiyorum!"

"İşte tam olarak buydu bahsettiğim belirsiz gelecek!" diyen Zeynep, kendini geri çekti. "Üzgünüm Emre, insan sayılı yılları kaldığını düşününce, gerçekten bir yoldaş istiyor yanında, ama senin hayal ettiğin kadar romantik bir sahne canlanmıyor benim gözümün önünde: senin benim tekerlekli sandalyemi sürmen falan..."

"AIDS hastalığını ben de biliyorum!"

"Evet, bağışıklığım düşmezse yaşayabilirim birkaç yıl daha, sen de benimle birlikte yaşarsın, ama ya madalyonun diğer yüzü gerçekleşirse? Ya basit bir gribe yakalanırsam, çökersem! O zaman senden isteyeceğim şeyi yapabilecek misin?"

"Ne istersen."

"Ötanazi isteyeceğim Emre, bunu yapmaya söz veriyor musun?"

Emre'nin yüzü, renkten renge girdi. Bir zamanlar bir bebeğin, sevdiği kadının içinde oluşmaya başladığını, sonra o kadının, Emre'yi istemediği değil, "dünyaya HIV'li bir bebek getirmek istemediği" için onun hayatını başlamadan sonlandırdığını öğrendiğinde girdiği şoktan daha beteri olamayacağını düşünürken, şimdi felaketlerin en büyüğünü duymuştu.

Zeynep, şimdiden umutsuzluğa düşmüştü. Dışarıdan bakan bir insanın asla AIDS'li olduğunu tahmin edemeyeceği bu güzel yüzün sahibi, insanlara ümit aşılaması gereken bir mesleğin erbabı, şimdiden hastalığa karşı yenik durumdaydı!

Öyle ki, yıllarını verdiği güzel bir eve benzeyen Valide Atik'e emeklerini bir çırpıda silip atmış, istifasını elden bile iletmemişti o hastanenin patronuna, İpek Hanım'a!

"Bak," dedi Zeynep. "Bunun sözünü bile veremiyorsun."

"Evet, beni bir suça davet ediyorsun!"

"Suç değil..." diye yerinde kıpırdanan Zeynep, yalvarır gözlerle Emre'ye baktı. "Ölümcül bir hastalığın tedavisini bulmayı en fazla kaç yıl bekleriz? Tevekkeli beklemez miyiz? Yok bunun panzehiri de, hiçbir zaman da olmayacak! Olsa bile, benim yaşlanacağım kadardan da fazla zaman geçmesi gerek. Ben o kadar bekleyemem, kendim yaşayan bir enkaza dönüştüğümde, kendimi öldürecek kadar bile gücüm kalmadığında, yanımdaki yoldaşımın, bana bu iyiliği yapmasını beklerim."

"İyilik değil bu, Zeynep delilik! Psikologa görünmen lazım senin!"

"Tamam, psikologa gitmeyi kabul ediyorum, hatta AIDS gruplarına falan da katılacağım, ama bana inanmadığını söyleme Emre!"

Emre inanmıyordu. Hayır, bütün bildikleriyle çelişiyordu ötanazi isteği veya uygulama isteği. O bir doktordu, onun görevi yaşatmaktı! Cellât değildi onlar. Ama bu, ellerinde can alma gücü olduğu gerçeğini de değiştirmiyordu. Orta Çağ gibi zamanlarda, Orta Çağ'ın AIDS'i sayılabilecek "kara ölüm" zamanlarında, zavallı doktorların pek çareleri yoktu. İnsanların önyargılarından kaçan doktorlar, deneylerini ölüler özerinde yapmak zorundaydılar. Ki o noktada bile ahlâki birçok çıkmazla karşı karşıya kalıyordular. Onların bu gizli ritüeller gibi gerçekleşen gece deneyleri, kendilerinden yüzyıllar sonraki yazarlara da ilham verecek, "ölüler üzerinde çalışırken bir canavar yaratmayı başaran" ünlü Doktor Frankenstein'ı doğuracaktı.

Ama bu farklıydı. Doktorluk artık saygın bir meslekti. Hayat kurtardığına inanılan kutsal bir meslek... ve bu mesleğin erbapları, artık ölümden sonrasını sadece otopsi uzmanlarına ve morg görevlilerine bırakmışlardı. Ölene kadar bir hastayı yaşatmaktır senin amacın. Emre'nin ölümün, tıpkı Orta Çağ'daki doktorlar gibi modern doktorların da elindeki bir oyuncak olduğunu kabul etmesi, bildiği bütün ilkelerin yıkılması anlamına geliyordu ve Emre bunu asla kabul edemezdi. Daha mesleğinin ilk yıllarındaki bir doktor olarak, Hipokrat Yemini'nin başına dönmeyi reddediyordu.

"Ben sana böyle bir vaatte bulunamam, Zeynep," dedi. "Bu kadar ahlâksız bir teklifi de lütfen Valide Atik'ten kimseye yapma! Çünkü benim iş arkadaşım olan hiçbir doktor senin bu potansiyel suçuna ortak olmaz!"

"Göreceğiz..." dedi Zeynep. Biliyordu. Biri vardı. Biri vardı ve Emre, haksız çıkacaktı.

Yıllar sonra o kişiyi, kendisini öldürecek zehri vücuduna zerk etmesi için ikna edeceğinden emindi Zeynep...

Bu bölümü migren ataklarımdan sonra yazmayı başarmamda katkıları olan, fikirleri, görüşleri, önerilerini ve düşüncelerini her zaman saygı çerçevesinde paylaşan, ama en çok da arkadaşlığı için müteşekkir olduğum en büyük ZeyAtçı destekçime adıyorum... <3 mel__salley iyi ki varsın.

🎗️Kırmızı Kurdele🎗️Where stories live. Discover now