To my mortal princess

44 5 28
                                    

Fâni Prensesime,

Eğer aşkla ilgili söylediklerin; ne zaman sana geçmişten ve Olimpos'tan, aşkın ortaya çıkışından bahsetsem parmak uçlarından yazıya döktüklerin, hiçbir zaman senin olamayacağımı söyleme şeklin ise.. üzgünüm. Seni hayal kırıklığına uğratacağım.

Büyük bir gaflete düşüyorsun. Ben çoktan seninim.

O badem tırnaklarını, ince parmaklarını bana asla duymayacağım kelimeleri yazarak yorma. Harcama nefesini boşuna.

İsmini duyduğum gün senindim ben. Savaş vermedim, efsanelere konu olan hasedim baş göstermedi. Öyle savunmasız bıraktın ki beni, dönüp geriye baktığımda 'Bir zamanlar bir kalkanım var mıydı?' diye düşünmekten alamıyorum kendimi. Varlığını unutturacak bir kabiliyetle yok ettin kalkanımı. Artık o kalkan ancak ve ancak sana karşı etkisizdi. Öyle niyetlerle, öyle tümcelerle sızdın ki zihnime kimse inandıramazdı beni bunun bir Truva trajedisi olacağına.

Nasıl yaptığını bilmiyorum. Zekâma güvenirdim hâliyle. Yaşıma başıma bak. Gördüklerim, yaşadıklarım, feraseti elimde bulundurmayı zorunlu kılan şeylerdi. Başka türlü nasıl Semele'nin aklını çelebilir, nasıl bebek Heracles'e zehirli yılanlar gönderebilirdim? Şimdi düşününce ne kadar arkası boş bir güvenmiş diyorum kendi kendime. Bendeki feraset, istenç sayesinde böylesine kudretliymiş çağlar boyu. Yıkılması için gereken tek şey, anlaşılma arzusuymuş.

Şimdi ise ferasetten çok uzak bir his yüzünden dilim varmıyor sıfatlara. Bir sûfînin şirkten kaçtığı gibi kaçıyorum seni tanımlamaktan. Her şey sana yakışırken, hiçbir şey sana layık değil. Bu mümkünmüş. Söyle ölümlü prenses, elinden bunun gelebileceğini biliyor muydun?

Ölemeyeceğimi bilmesem, kalbimde sebep olduğun bu sızıyı kesinlikle ölüm sanırdım. Benden geriye kalan tek şey ölmüş bir Hindu'nun külleri olana dek ayrılıyorum, bölünüyorum, soyutlanıyorum ve senin oluyorum.

Senin olmak için Heracles'in gücüyle tüm bu dağları aşmak zorunda mıyım? Onu da gücünü de hep abartı bulmuşumdur. Ama şimdi gelmiş, daha bebekken onu öldürmeye çalışmamışım gibi üvey oğlumun gücünü kıskançlıkla anıyorum.

Hepsi senin yüzünden.

İmkânsızı istiyorum ve bundan utanmıyorum. Utandığım, tek olmak. Bir hiç uğruna senin dünyanda sensiz sürünüyor olmak. Karşısındaki görüntüyü yansıtamayan bir aynanın utancı var bende, yegâne maksadını yerine getiremeyen bir objenin katlanılamaz mahcubiyeti var omuzlarımda. Ben de saf olmaya çok yabancı bir gümüşle kaplanmış, burnunun ucunu bile yansıtamayan bir aynayım. Zanaatkârıma kızamıyorum da. Yaratılışım böyleyse baş etmek benim görevimdir.

Baksana, inançlı biri gibi konuşmaya başlattın beni. Neye inanıyorum ki? Putlara mı, bir hayvana mı yoksa kendime mi tapıyorum? Neden olmasın, zamanında binlerce insanın tanrıçası değil miydim? Şimdi yanı başımda olsaydın gülerdin. Ama içten içe soğurdun benden. Sana göründüğüm genç kadın formuna göre yargılardın düşüncelerimi. Ilımlı bir özgürlükçü olduğumu söylerdin. İşime gelince devrimci, çoğu zaman formalist; bazen deist, ortam gerektirdiğinde teist, kafam karışınca agnostik. Çünkü bilmezdin bu saydıklarından hiçbiri olmadığımı. Bunlar ancak bir ölümlünün problemleri olabilirdi.

Tek bedende gelmemi isterdin. Bir yola uymamı, gayelerden birini benimsememi ve eylemlerin başını çekmemi beklerdin. Kanımı akıtana kadar.

Ama göremediğin şeyler vardı, evet ya! Senin bile hataların var ölümlü prenses.

Görüşlerime ad koymak istemen; ne sana ne de bir başkasına zararı olan belirsizliklerimden, ortada kalmışlıklarımdan hazzetmemen bağnazlıktan başka bir şey değil. Oysa bağnazlıktan nefret ederdin.

Masalar nasıl da farklı bir yöne çevrildi. Can yakıcı, değil mi?

İstediğimde okları sana çevirebilirim. Çevirmekle kalmam, hayatımda parmak uçları ne oka ne de yaya değmiş ben, o oku kalbine tam isabet atarım ve inan bunu yapmamak için hiçbir sebebim yok. Fakat sende kapıldığım inkâr edilemez zaaf, sebep var mı yok mu dinlemiyor. Oku kalbine isabet ettirmeyi düşünürken bir yandan da sana atılacak bir oku çıplak ellerimle yakalayacağımı biliyorum.

Çok fazla şey biliyorum ve tam da bu sebepten hiçbir şey bilmiyorum. 

Akıl kaybettiriyor bu anlaşılma ihtiyacı. Amor, ah o aşk, boşuna mı onlarca dilde aşk tek kelime? İdeolojilerimi bulduğun kadar boş mu sanıyorsun bu kelimenin altını? Ancak olgulara inanan sen, aşkı bile mantık çerçevesinde görüyorsun. Madem öyle, etimolojiye bak o kahve irislerinle. Anla, mantığı hudut bellemiş zihninle.

İspanyollar, ruhlarında aşkı taşıdığı söylenen insanlar, der Amor.

Fransızlar, iflah olmayan romantikler, der Amour.

İtalyanlar; denizci gezginler, operayı doğuranlar, edebiyatçılar aynı dili alır ve şakırlar: "Amore!"

Buna rağmen; amor benim sonum olacağa benziyor. 

Sana atabileceğim okun senin göğsünden geçebilecek sivri ucunda, senin hastalıkla bağlandığın gayeler uğruna döktüğün kanın olsaydı.. Asla atmayacağım o okun, asla göğsünü delip geçmeyecek ucundan, kırmızı rengini amordan alan zehirli kanın akıyor olsaydı, dudaklarımın okun sivriliği yüzünden kanayacak olmasını umursamadan içerdim.

Beni sevmeni sağlayamam.

Ama bilmelisin ki kimse seni bir tanrıça gibi sevemez.

Our Final Night AliveHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin