tenth of February, nineteen seventy-one (second part)

233 26 163
                                    

*~*~*~*~*

10.02.1971

Rüzgarlı bir öğleden sonra
İstanbul'da bir iskele

Ayla ve Harry


Harry:

"Pekâlâ," diye mırıldandı bambaşka bir iskelede dikilirken. "Burası Anadolu Kavağı," diye mırıldandı, "Neymiş?" diye sordu.

Bu kelimeyi baştan bir kez daha mı okumamı istiyordu? Bu çok zordu!

"Ana..." diye başladıysam da "Başka bir şey söylesem?" diye sordum onu ikna etmek için kullandığım bakışlardan birini yaparak.

Bu numarayı... yememişti.

Ofladım, "Bir daha tekrar edebilir misiniz?"

"Anadolu Kavağı," dedi hızlıca. Tanrım! Bir kelime nasıl bu kadar farklı telaffuz edilebilirdi?

Korkunç bir beceriksizlikle uzun dakikalar sonucu yakın bir şey söylemeyi başarmıştım. Ya da en azından söylediğimi sanmıştım. Zira karşımda öyle güzel gülüyordu ki... sanırım sonsuza dek kelimeleri yanlış söylemeye devam edebilirdim.

"Pekâlâ, pekâlâ... Zaten söylemesinin zor olduğunu biliyordum. Ancak yine de duymak istedim..." diye itiraf etti sonra.

Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı, "Demek öyle..." diyerek onu kavradım ve kollarımın arasında kıstırdım, "Bu hiç adil değil!"

"Ama..." dedi, yanakları kızarmıştı. Bir itiraf daha geliyordu! "Ama siz böyle uğraştıkça, kaşlarınızı çattıkça ve... bunlara rağmen beceremeyince... çok tatlı oluyorsunuz!"

Somurtarak, "Siz ona gülmek için sizi kullanıyorum desenize..." diye homurdandım.

"Tamam, tamam..." diyerek yanaklarımı öptü, "Hemen bozulmayın öyle."

Hiç bozulmamıştım ki! Yanaklarımı öpmesiyle yeniden gülmeye başlamıştım. Ancak bu kadar somurtabiliyordum.

"Şimdi!" diyerek kollarımın arasından çıktı ama elimi tutmaya devam ediyordu, "İlk evvel epeyce acıktığınız için benim pek sevdiğim ancak bir türlü İngiltere'de rastlayamadığım bir şey yiyeceğiz..." dedi, "Bayılacağınıza eminim!"

Daha sonra bir sokak satıcısının önünde durduk, "Haşlanmış mısır! Tanrım, sıcacık! Bol tuzla leziz oluyor!"

Sahiden epey hoş kokuyordu, "Şu nedir peki?" diye sordum hemen yanında hafifçe yanmış gibi görünen mısırı göstererek.

Yüzünü buruşturdu, "O közlenmiş mısır. Hiç sevmem. Garip bir tadı var..." dedi ve şiddetle titredi, "Kesinlikle sevmem."

Aslında... közlenmiş olan ayrı güzel kokuyordu. Tadını merak etmiştim.

"Sanırım közlenmiş olanı deneyeceğim," diye mırıldandım.

Bana tıpkı ona 'Jack aslında benim annem' demişim gibi baktı, "Sahiden mi?"

Başımla onayladım ancak yeniden sordu, "Emin misiniz?"

"Kesinlikle."

Yüzünde hoşnut olmadığı belli olan ifadeyle sokak satıcısıyla konuştu. Açıkçası epeyce uzun konuşmuşlardı ve dediklerinden tek kelime anlamamıştım. Hafifçe yaşlanmış adam sürekli bana bakıp gülümsüyordu, ah! Keşke Türkçe bilseydim. Hiçbir kelimenin benzememesi bana hiç yardımcı olmuyordu.

englishman | harry stylesHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin