Çocuklar bazen çok acımasız olurlardı. Geçeceğim sokaklarda bana tuzaklar kurar kendilerince oyun oynarlardı. Tabi oyun denilirse buna. Bir gün vardı ki hiç unutmam.
O gün okul çıkışı yine her zamanki gibi tek başıma evin yolunu tutmuştum. Arkadaşlarımın çoğu birkaç kişilik gruplarla ve beraber koşturarak yürüyorlardı yolda. Şakalaşıp konuşuyorlar bir şeyler anlatıyorlardı. Ben ise başım önümde yapayalnız ve biraz ürkerek yürüyordum. Çoğu kez bu yollarda sataşırlardı bana. Laf söylerler, gülerlerdi. Ama bu defa işi lafın ötesine taşıyacaklardı. Ben bundan bihaber öylece arşınlıyordum yolları. Okul çok uzak değildi evimize. Üç dört sokak ilerisindeydi evimizin. Bir sokağı geçip diğer sokağa sapacaktım ki attığım adımla yere kapaklandım.
"Ahhhhh!" diyerek inledim.
O kadar sert düşmüştüm ki düşüşümle kafam yere sertçe çarpmış avuç içlerim yerde sürtünmüştü. En evvel hissettiğim avuç içlerimde ki sızıydı. Alnımdan da yanaklarıma doğru sıcak bir sıvı dökülüyordu. Üstelik dizimde acıyordu. Alnım yerdeki sivri taşlardan birine çarpmış yarılmış olmalıydı. Kıkır kıkır gülme seslerini duymamla hafifçe başımı doğrulttum. Bizim sınıfta ki Hakan ile Sinan'dı. Ellerinde ki ipe ilişti gözlerim. Meğer ip tuzağı kurmuşlardı bana. Sağlı sollu sokağın iki yanında öylece beni beklemişlerdi. Ben geldiğimde de ellerinde ki ipi çekip germişlerdi. Diğer çocukların bundan haberi olsa gerekti ki daha oraya ulaşmadan onlar durmuş sadece benim geçmemi beklemişlerdi. Sokaktan geçen tüm çocuklar bana gülüyor , kahkahaları kulaklarımda uğulduyordu. Canım acıyordu ama ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Doğrulup kalkmaya çalıştım. Ama çabalarım boşunaydı. Doğrulmakta zorlanıyordum. Üstelik başım dönmeye başlamış hafifçe gözüm kararmıştı bile. Çocuklar ise bana öylece bakıp eğlenmeye devam ediyorlardı. En çok da Sinan ve Emre. Doğrulabilsem ikisine güzel bir yumruk geçirecektim ama kalkamıyordum işte.
"Çok ayıp çocuklar. Arkadaşınız yaralanmış siz ona gülüyorsunuz. Yakışıyor mu bu size?"
Arkamda beliren sert ama bir o kadar şefkatli sesle tüm çocuklar gülmeyi bıraktı. Suç üstü yakalanmış olmanın utangaçlığıyla birer birer oradan uzaklaştılar. Aynı sesin sahibi bu defa bana yaklaştı usulca. Hafifçe beni doğrulttu ve acıyan dizimi ve avuçlarımı kontrol etti. Yüzümdeki kanı görünce yüzünde bir endişe ve acıma duygusu beliriverdi. Elimi yüzüme doğru götürdüm. Yanaklarımdan süzülen sıcak sıvıya değdirdim elimi. Elime bulaşan kanı görmemle ağlamam bir oldu.
"Anne!" diye ağlamaya başladım. Başka kime seslenebilirdim ki. Bir çocuğun tek sığınağıydı annesi. İlk imdat isteyeceği. İlk medetgâhı. Annemde benim ilk imdat isteyeceğim, medet dileneceğim kişiydi.
"Tamam yavrum bir şey yok. Çok kötü değil yaran." Bir yandan bunları söylüyor bir yandan da elini cebine götürüp çıkardığı beyaz mendili alnıma bastırıyordu.
Bense ağlamaya devam ediyordum. Çantamı kendi koluna geçirdi ve beni kucağına aldı. Kucağına alırkende elimi kaldırıp alnımda ki mendilin üzerine koydu.
"Sen şu mendili sıkıca bastır tamam mı yavrum?"
Bir yandan hıçkırıyor bir yandan onu dinliyordum.
"Hadi ama yavrum. Bastır. Doktora gideceğiz."
Zaten ufak tefek bir şeydim. Rahatlıkla taşımıştı beni. Kucağı güven vermişti. Ağlamayı kestim yavaş yavaş. Sadece arada hıçkırıyordum.
Beni köyümüzün sağlık ocağına kadar götürdü. O beni telaşla ve hızlıca sağlık ocağına götürürken ben, kucağında açıkta duran tek gözümle onu izliyordum. Dedeminki gibi aklaşmış saçları ve sakalları vardı. Yaşına rağmen oldukça çevik ve hızlıydı. Griye çalan yeşil gözlerinde şefkatin tüm tonları görülmeye değerdi. Başında sarı bir sarık vardı. Yüzü ışıl ışıl parlıyordu. Arada bana çeviriyordu bakışlarını. Bana bakıyor, güven veren ve sakinleştiren bir ses tonuyla:
"Bir şey yok tamam mı yavrum? Korkma. Birazdan doktor amcan bakar. Merhem sürer geçer."
Az sonra sağlık ocağındaydık.
Beni pansuman odasına aldılar hemen. Doktor müdahale etti ve birkaç dikiş attı alnımdaki yarığa. Acıdığı için biraz ağlamıştım. Ama adını henüz bilmediğim yaşlı amca şefkatlice başımı okşamış ve gülümseyerek beni teskin etmeye çabalamıştı."Az kaldı yavrum biraz daha sık dişini olur mu?"
"Ha gayret bitiyor işte."
Doktor Amca'da söze karışıyordu arada.
"Az kaldı kızım. Hahh bitti işte."
Yaramı sarıp dizimde ki ve avuç içlerimde ki yaralara da krem sürdü.
"Geçmiş olsun küçük hanımefendi." dedi gülümseyerek. Bende ağlamayı bırakmış etrafa bakıyordum. Odayı inceliyor kendimce keşfe çıkmıştım bile bedenimde ki acıları unutarak.
Başım biraz hafif dönüyordu hâlâ ama ben bunu pek umursamıyordum bile. Doktor yaşlı amcaya dönerek:
"Salih Amca! İki gün sonra pansumana getirin minik hastamızı. Yaranın enfeksiyon kapma riski var çünkü. Bir haftaya açarız dikişleri."
Bu sırada öğrenmiştim yaşlı amcanın ismini. Kendimce ona hitap etmiştim bile.
"Salih Dede!" Sonrasında ise Ney Dede diye anacaktım hep onu.
Ney Dede ile karşılaşmamız böyle olmuştu. Kötü bir olay yaşamıştım görünürde. Ama bu kötü olay bana çok güzel bir arkadaş bahşetmişti. O benim arkadaşım hatta dedem olacaktı. Çünkü dedemden göremediğim sevgi ve alakayı onda tadacaktım o günden sonra.
Salih Dede elimden tutup beni evime kadar götürmüştü. Bahçede dedemle karşılaşmış selamlaşmışlardı. Meğer dedemle tanışıyorlarmış. Camide müezzinmiş Salih Dede. Bunu sonradan annem söyleyecekti ve ben yine anlamını bilmediğim bir kelimeyle tanış olacak, kelime dağarcığıma yeni bir kelime emanet edecektim. O gün okuldan vaktinde dönmeyişim annemi oldukça telaşlandırmış, köyün her yerinde beni arayıp durmuş. Herkese sormuş. Haber alamayınca çok endişelenmiş. Onu bizim evin bahçesinde bir köşede ağlamaklı bulmuştuk. Gözleri kızarmış halde bana doğru koşmuştu. Bir bana ve üzerimde ki kan lekelerine, bir alnımda ki sargıya bakıyor telaşına bu defa merak üşüşüyordu.
"Hasna'm ne oldu sana?"
Yalvaran gözlerle cevap bekleyen annemi, teskin etmek Salih Dede'ye düşmüştü.
"Merak edilecek bir durum yok kızım. Alnında küçük bir yarık açılmıştı. Dikiş attılar. İyi şimdi yavrucak merak etme."
"Hasna'm!" diyerek inledi bir kez daha ve kucakladı beni.
"Acıyor mu çok? Nasıl oldu peki?" Sesi titriyordu annemin. Ağlamaklı çıkmıştı sesi. Onu hiç bu kadar endişeli görmemiştim.
Emre ve Sinan'ın kurduğu tuzaktan söz etmedim. Sadece yere düştüğümü söyledim.
"Dikkat et kızım! Sana bir şey olursa ben ne yaparım? Sana bir şey oldu diye çok korktum."
"İyiyim anne. Canım da acımıyor hem. Salih Dede beni doktora götürdü." dedim gülümseyerek. Annemi iyi hissettirmek için yoğun bir çaba içinde olduğumu farkeden Salih Dede bizi gülümseyerek izliyordu. Belki de şu ana kadar hiç konuşmayan tek laf etmeyen benim böyle sözler sarfetmem onu gülümsetmişti bilmiyorum.
"Ne olacak? Çocuktur düşer elbet amma da büyüttün gelin. Hadi geçin içeriye. Fikriye Hanım'ın sesi geliyor. Koş bak şuna."
Dedemdi bunu söyleyen. Sesi her zaman ki gibi sinirli çıkmıştı. Annem "Tamam baba bakıyorum hemen !" diyerek elimi tutmuş ve eve doğru yürümüştük. Giderken Salih Dede'ye teşekkür etmeyi de ihmal etmemişti. Bende hafifçe tebessüm etmiştim ona. Oda tebessümüme tebessümle karşılık vermişti.
"Rica ederim hanım kızım ne yaptım ki."
Tam kapıdan içeri geçecektik ki arkamızdan seslendi.
"İki gün sonra pansumana götürülmesi gerek. Doktor söyledi."
Bunu dedikten sonra dedemin yanına gitmişti. Ben daha sonra onu pencerede izledim. Bir müddet oturduktan sonra kalkıp gitti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HASNA (Devam Ediyor)
Teen Fiction"Bacağımı mı keseceksiniz?" "Evet. Maalesef. Kaybedecek zamanımız yok. Hemen şimdi sizi ameliyata almamız gerekiyor." Bir çırpıda söylemiştim bunları. Deminden beri boğazımda sıkışmış ve söylenmeyi bekleyen tüm kelimeleri işte şimdi bir anda özgür b...